BİLİNÇLENME ve RUHSAL GELİŞİM ARAL ERSİN
BİLİNÇLENME, AKILCILIK ve AYDINLANMA,
İnsanoğlu son yüzyıllarda .zihnin akılcı davranışı adına
yürüttüğü mantık, düşünce mekanizması, duygusal yapımızı ve duyarlılığımızı
bastırmaya başladı. özellikle akılcılık akımını öyle bir noktaya taşıdı ki
“akılcılığın üst derecesi, akılsızlığın alt katmanlarına ulaştı” Sadece kuru
mantığın, Ego’ya (insanın sadece kendi arzu ve beklentilerini oluşturmaya )
dönük düşüncenin, akla uygun ve faydalı kabul edilerek, duyguların akıl dışı
nitelendirilmesi yaşam felsefesini, yaşam biçimini oluşturdu.
Sahip olma düşüncesinin yarattığı hırs; var olma
anlayışının, insanı insan yapacak olan niteliklerimizi geliştirme düşünce ve
gayretinin önüne geçti. Bütün Din’lerin de gayesi olan insanın mükemmelleşmesi
böylece hedefinden saptı, onun yerini maddesel şeylerin, faydalı, haz veren, en
iyi nasıl olması gerektiği anlayışı ve çalışmaları aldı. Özellikle batılı insan
duygularından soyutlandı. niçin yaşadığını değil nasıl yaşadığını sorgulamaya
başladı.
yalnızlık ve güven eksikliğinin sonucu içine kapandı,
farkındalığını, duyarlılığını yitirmeye başladı.
Pek çoğu da Din adına din’in biçimsel davranışlarına yöneldi
ancak sadece şeklen ibadet eden, şekil şartlarını yerine getirmeye çalışırken
öğretinin içsel kavrayış ve davranışlarında yetersiz kalmaları sonucu kimisinin
de beklenenin tersine güvensizliği arttı, hatta Din’den uzaklaşmalar oldu.
Diğer bazı insanlar içinse kendilerini her zaman bir baba
gibi koruyacak, yardımcı olacak yerlere göklere egemen Tanrı düşüncesi yeterli
olamamaya başladı.
Gelişen insan idraki yavaş yavaş insanın ancak KENDİ
SORUMLULUĞUNU hatta onun yanı sıra içinde olduğu TOPLUMUNDA SORUMLULUĞUNU bir
ölçüde diğerleri ile beraber üstlenmesi gereğini, bunun için bütün gücü ve
yüreği ile yapılması gerekeni yaparak kendisine yardımcı olabileceğini
kavramaya başladı.
Doğu, Batı bütün öğretilerin, inanışların hedefi
insanoğlunun bencil benliğinin dar sınırlarını aşmayı başararak, akıl, vicdan,
adalet terazisinin duyarlılığı içinde yaşama saygılı olmayı öğrenmelerini temin
etmektir. Buradaki “yaşama saygı” nın anlamı bütün yaşam biçimlerine, yaşamdaki
bütün varlıklara, inançlara saygılı olmak anlamındadır
Ne var ki batıda bu hedef “Baba tanrı” kavramı altında
yönünden saparken, Doğu da her insanın idrakini, farkındalığını, duyarlılığını
arttırarak adeta kendi içinde uyanması, aydınlanması gereği; gerçekçiliğe,
akılcı özgürlüğe ters düşmeyecek şekilde öğretilmiş, savunulmuştur. Bunun da
yolu insanın kendi içindeki bilinç dışı tutkularını, kişiliğinin tanıdığını
zannederken aslında hiç bilmediği yönlerini fark edip öğrenmeye çalışması ile
başlayıp, kontrol altına alması ile devam eder. Çünkü kendini tarafsız bir
gözle görmesini öğrenen böylece olduğunu sandığı değil gerçek kişiliğini
öğrenen insan, tespit ettiği olumsuz yönlerini de değiştirebilme yolunda adım
atabilecektir. Binlerce yıl önce Delfi tapınağının kapısında yazan, Sokrates’
ten tasavvuf’a kadar her felsefede yer alan Tanrı ‘yı doğru anlamak, bilmek
için önce “ kendini bilmen gerek” sözleri hep bu anlamda söylenmiştir.
Bilinmesi gereken; tekamül yolculuğunun, insanın kendini
doğru ve gerçek olarak tanımaya başlaması ile, bu isteği duyması ile başladığı
gerçeğidir.
Şüphesizdir ki bir kimsenin kendini doğru tanıması son
derece çetrefilli, zor, disiplinli bir gayret gerektiren bu uğraş olup bunun
için yıllar, ömürler harcaması gerekir.Herkes kendini çok iyi tanıdığını söyler ama gerçek hiçte böyle değildir. "acabqa bu konuda,bu davranışta benim bir eksiğim, yanlışım var mı? sorusunu sormayı öğrenmeden kendimizi tanımaya, daha doğrusu kendimizi öğrenmeye başlayamayız. Bu konuya ileriki anlatımlarla daha deinlemesine gireceğiz.
Diğer traftan İnsanın doğa ile uyum içinde olması gereği hep söylenir,
peki bu uyum nasıl olacaktır, bu uyumu sağlayan koşullar nelerdir? Bu uyumu
yakalayacak olan insan nasıl bir yapıda olmalıdır?
İnsanoğlu dışında diğer canlıların doğa ile uyumlu
yaşayabilmesi, onun koşullarına uyabilmesi içgüdüsel olarak mevcuttur. Doğaya,
çevreye uyumu daha doğduğu andan itibaren gerçekleştiren bu mekanizmadır.
Örneğin yeni doğan bir su kaplumbağası hemen denize yönelir, bir ceylan yavrusu
hemen yürümeye çalışır( aksi halde avcı hayvanlara yem olacaktır ) veya
annesinden süt emeceğini bilir. Doğa onu yaşatacak şekilde programlanmıştır,
halbuki İnsanlarda bu içgüdüsel mekanizma olmadığı için dünyaya geldiğimiz
andan itibaren kendimizi güçsüz, yalnız, çaresiz bulur ve bu duyguyu yaşam boyu
hissederiz. Bunun nedeni insanın doğanın içinde ama yine de ayrı bir varlık
olduğunun farkındalığındadır.
İşte bu ayrılmışlıktan, bir anlamda onun parçası olmamanın
hissettirdiği yalnızlık duygusundan
kendimizi nasıl kurtarabileceğimiz, gerek kendi içimizde gerekse diğer
insanlarla ve doğa ile çevre ilişkilerimizi nasıl dengeleyip
bütünleştirebileceğimiz sorusu yaşam boyu bizden, davranışlarımızdan cevap
bekler.
Cevabı nerede aramalıyız?
Cevap insanın bu soruların farkındalığında olmasında
gizlidir.( E.Fromm)İnsan iç dünyasının derinliklerinde bu ayırımın
farkındalığına ulaşabildiği ölçüde bu bütünleşmeyi sağlama şansını da
yakalayabilir. Bunun içinde İnsanın aklını, sevme gücünü, dayanışma gücünü
arttırması, bencilliğinin dar kalıplarını yıkarak dışına çıkması çevresi ile
doğa ile yeni bir uyumu başlatması ve tekrar bütünleşmeyi, dengeyi, uyumu
sağlayana kadar KENDİNİ GELİŞTİRMEYE devam etmesi şarttır
“Yeryüzüne doğmak demek; bir sürecin başlatılması, içinden
geçerken madde aleminde olduğu kadar manevi alemde de büyümeyi sağlayacak
olaylar dizisine adım atmak demektir”.
Yaşamak her an yenilenmek, yeniden doğmak demektir.
“Fizyolojik olarak hücre sistemimiz her an yenilenirken, ruhsal açıdan pek
çoğumuzun doğumu bir yerlerde sona ermektedir.” Ademoğlu bugün esas sorulması
gerekene, yani NİÇİN yaşadığına değil, sadece nasıl yaşadığına odaklanmış
olarak yaşamını sürdürmektedir.. Halbuki gerçek soru nasıl yaşadığımız değil,
NİÇİN yaşadığımızda gizlidir.
Kimisi yaşamın güvensizliği, korkusu içinde bilinç altında
geriye anne karnına, ölüme dönmek isterken kimisi de ailelerine, soylarına,
ırklarına, toplumdaki sahip oldukları paraya, güce, dinlerine göbekten
bağlanarak kendilerine aldatıcı bir emniyet duvarı örerler. Modern psikiyatri
büyümeyen bu çocukları şöyle gruplandırmaktadır (E.Fromm)
1.Doyurulduğu, sevildiği, korunduğu ölçüde keyfi yerinde
olanlar,
2.Bir dereceye kadar girişkenliklerini. iş başarma güçlerini
geliştirmiş ama gerektiğinde öven, gerektiğinde ceza veren bir kimseye, ortama
gereksinme duyanlar
3.Her şeyi yakıp yıkarak yok ederek yaşayabilenler,
4.Kendi egosunu, daha da güçlendirip, yıkılmaz bir hale
getirerek, egoizmini daha da yükseltenler. Yaşamlarını kendi varlığı, kendi
malı, kendi gücü, kendi saygınlığı, kendi yargı ve değerlendirme kapasitesi
ölçüsündeki bir yaşantıya dönüştürenler
İstisnalar dışında insan gerçeğin daima kendi istekleri
doğrultusunda olmasında direnir.Onun için GERÇEK, olmasını özlediği GERÇEKTİR.
Bunun dışındaki oluşumlarda kızgınlık, kırgınlık hatta öfkeye kapılır. Çocukken
çok daha fazla olan dünyayı kendi isteklerine uygun hale getirme isteği
büyüdükçe yaşamın gerçeğini ,zorunluluklarını öğrenip kabullenerek bir ölçüde
dengelenir. Yine de insanoğlu egoizminin etkisi ile gerçeği kendi düşüncelerine
uydurmakta direnir, aksi durumlarda da tepkisel davranarak oluşumu zorlar,
sonuç alamayınca da yenilmişlik ve güçsüzlük duygusuna kapılır. Çünkü bu
insanlardaki özgürlük anlayışı her şeyde güçlü olmak, üstün olmak anlayışıdır.
Buna karşılık ruhsal yapısını da geliştirerek, tam olgunluğa
erişmiş olan kişinin özgürlük anlayışı GERÇEĞİ VE GERÇEĞİN YASALARINI tanımak
ve ONUN KURALLARI içinde davranarak en doğru tepkiyi verebilmektir. Kendi düşünce
ve kavrama gücü ile dünyayı, yaşamı algılayıp en verimli bir biçimde kendisi
ile onun arasındaki uyumu sağlayabilmektir. Bu onu Bilinçli olmaya, olgunluğa
götüren yoldur.
Olgunluk nedir?
Olgunluk bir bilinç düzeyidir. “ego’yu yani “ben” duygusunu
büyütmek veya korumak peşinde koşmaktan vaz geçip, benliğini var oluşun işlevi
içinde yaşantıya dönüştürmektir.
”Daima daha fazlasına sahip olma duygusuna hırsla sarılmak
değildir. Bu farkındalığa ulaşabilmektir.
Olgunluk bireyin bilinçli olarak yapacağı seçimlerle
ulaşılan bir aydınlanma seviyesidir. Evet, seçim yapmak her zaman bilinçlidir
çünkü bir tercihe dayanır, hatta seçim yapmamak bile yine bir tercih olacağı
için pasif bir seçimdir ve her seçim sonuçları itibarı ile içinde bilinmeyeni
taşır, insanda her zaman doğru seçim yapma veya yapamama endişesi vardır çünkü
hiçbir sonuç önceden kesin olmadığı gibi bizim beklentimize de uygun da
gerçekleşmeyebilir.. İşte her zaman mazeret aramadan bu sonucu doğuran
kararımızın veya davranışımızın sorumluluğunu ön yargısız, tarafsız bir
yaklaşımla akıl, mantık, vicdan ölçüleri içinde gereken dersleri çıkararak
cesaretle sahiplenmek, bundan sonraki davranışlarımızı da bu bağlamda tekrar
gözden geçirerek düzeltmek bizi olgunluğa götürecek yoldur. Kendini
geliştirerek değişmek olgunluk, aydınlanma, tekamül yoludur.
Olgunluk mertebesi insanın, diğer varlıklara ve doğaya
duyarlılıkla bağlı olması, VAR OLAN HERŞEYİN bir parçası olduğunun bilincine,
sorumluluğuna varabilmesi ve bunu yaşamına uyguluyor olabilmesi demektir.
Bir kişi ne ölçüde tarafsız, ön yargısız, adil, duyarlı ve
açık zihinli ise o ölçüde olgun, kendi egoizm’ini aşabiliyor demektir.( zen
öğretisinde bu kişinin boş olması olarak ifade edilir.) İnsanın olgunluk
derecesi, bilinç seviyesi ile, gerçek doğruyu “OLDUĞU GİBİ” kavrayabilme yetisi
ile doğru orantılıdır
“Bir kişiyi anlamak için onun varolma nedenine verdiği
yanıtı, yani onun bütün tutkularını, gayret ve çabalarının yoğunlaştığı kişisel
inancının nasıl bir inanç ( buna kişisel din de denebilir) olduğuna bakmak
gerekir. İnsanların zihinlerini, düşüncelerini özel ışınlardan geçirebilseydik
ne kadar çeşitli figüratif anlamda totemlere, putlara (para, güç, şöhret v.s)
tapan olduğunu, hırsları uğruna ne kadar yamyam olabileceklerini
görebilirdik”(E.Fromm)
Halbuki insanın bir varoluş nedeni olması gerektiğini
devamlı kendine soran, buna sadece zihinsel değil, duygusal, ruhsal ve fiziksel
varlığı ile de cevap arayan kimse gerçek inanç, gerçek din sahibidir.
21 yüzyıl insanı varoluş sorununa kulaklarını tıkamış en güzel
örnektir. Sadece şu malı edinme, üne kavuşma, güç sahibi olarak istediğini
yaptırabilen olma yolunda yaşamını yönlendirmektedir.
Sadece üretim, tüketim ve eğlence için çalışarak bu sorudan
kaçıyor, varolduğumuzu unutmaya çalışıyoruz.
Dini öğretilere ne kadar inanmış olursa olsun, tanrıya ne
kadar ibadet ederse etsin şayet o kimse bütün varlığı ile VAROLUŞ sorununa
sağırsa, ürettiği veya tükettiği eşyalar gibi sadece mevcuttur. Sadece zaman
doldurmakta, gerçekte yaşamamaktadır( E.Fromm)
Varoluş sorununa insana özgü akıl, vicdan, sevgi,
yeteneklerini geliştirerek cevap arayan, gerek insanla, gerek diğer
varlıklarla, gerekse doğa ile denge, uyum ve bütünleşmeyi sağlayan inanç
insanoğlunu ve insanlığı yüceltecektir.
Farkındalık ve duyarlılıkla yaşamak! İçimizdeki ve
dışımızdaki dünyayı dengeleyebilmek, isteklerimizin olması için bedelini
başkalarına ödetme pahasına oluşan hırslarımıza ( zorda olsa) dur diyebilmek.
İnsanı insan yapan değerleri, aklı ,mantığı, vicdanı bir
yana atarak, yani acımasız, çıkarcı, güçlü, dar görüşlü olarak, bilinci
köreltip hayvanlaşarak doğa ile bütünleşmek söz konusu olamaz., Bunun örnekleri
tarihte çok görüldü. Sonuncusu 2.ci dünya harbinde yaşandı. Aynı ortak
karakteri, görüşü paylaşan Prusyalı soylular, generaller, iş adamları , bürokratlar
başlarına geçen Hitlerle beraber kendi inançlarını oluşturabilmek için
yaktılar, yıktılar öldürdüler neticede kendileri de aynı akıbete uğradılar.
Faşist toplumlarda bireysel sorumluluk yoktur. Sorumluluğu devlete yükleyen
birey, gerektiğinde devleti, düzeni suçlayarak kendi sorumluluğundan kaçar.
Halbuki bireyi farkındalığa götüren bireysel sorumluluk bilincidir.(E.Fromm).
Batının din anlayışına sahip kültürlerde, kararı kendisi
vermek yerine yukarıdan bizi gözetleyip cezalandıracak, daima bizim için neyin
en iyisi olduğuna karar verecek Tanrı inancına sığınmanın da bu bağlamda rolü
büyüktür. gerçekte ise Dini öğretilerdeki Tanrının muradı doğrultusunda hareket
etmekten maksat, kendi sorumluluğunun bilincinde olarak bencillikten tamamen
vazgeçebilmek kendini, EGO’sunu aşabilmek anlamındadır, yoksa Tanrı korkusu
içinde bilinç dışı bir şekilde iradeni başkalarının eline bırakmak, insanlık
dışı davranışları bile Tanrısal bir nedene bağlamak değildir.
ARAL A.ERSİN /tekâmül yolcusu
ARAL A.ERSİN /tekâmül yolcusu
aral.ersin@gmail.com