EGO-VİCDAN-TEKÂMÜL-GELİŞİM
Hayatın anlamı nedir? Bireysel olarak çok Para kazanmak mı?,
zevk dolu bir hayat yaşamak mı? Toplumsal olarak üretim ve tüketimi arttırmak,
bireyin ve toplumun mutluluğunu sadece ekonomik hedeflerin
gerçekleştirilmesinde aramak mı? Yoksa insanın refah seviyesi ile İNSANİ
gelişmesini dengeli bir şekilde yükseltmeye çalışmak mı yaşamın hedefi
olmalıdır.? İnsanlığımızı, varoluş nedenimizi ne kadar doğru olarak
belirleyebiliyoruz? nasıl yaşamamız kadar, niçin yaşadığımız sorusuna ne kadar
cevap arıyoruz? Sadece maddi refahı (en uç noktalarda dahi) yakalasak bile
bunun mutsuzluğumuzu gidermeye yetmediğini görüyoruz, o zaman sorun yaşamda
doğru hedefin, yani yaşamın gayesinin doğru olarak belirlenmesidir.
1.Bugünün Pazar ekonomisi anlayışı “kaybeden” olmamak adına
İnsanın arzu ve isteklerini başkalarının acıları, üzüntüleri pahasına bile olsa
gerçekleştirmeye çalışması hırsını körüklemekte, bunun yanı sıra bireyde
yaptığının doğru olduğu inancını kökleştirmektedir.
2.Bu pazar ekonomisi içindeki “pazarlama “ anlayışı ise
zaman içinde gelişerek bireyi de “ satın alınabilir mal” kapsamına almıştır.
3.Bireyin ”mal” ( emtia) değeri ise ekonomideki “kullanım
değeri” değil , “takas edilebilme değeri” dir. Yani bu yeni anlayış bireyi
satın alınabilir bir emtia gibi değerlendirme anlayışı üzerine kuruludur.
Bireyin kişisel özelliklerinde ne gibi erdemlere, hangi insani değer yargılarına
sahip olduğuna değil; sadece ambalajına (yaptığı eğitim, üye olduğu dernekler
gibi, kendini pazarlayabilme yeteneği) bakılmaktadır. Mühim olan insani
kriterlerden çok piyasadaki talebin istediği şartlara haiz olmaktır. Bu
kriterler iş hayatında olduğu gibi sosyal yaşamda da daha kabul görmektedir.
Bugünün toplumunda kabul gören “kaybeden olma”, “acınma
acınırsın”, gibi değerlendirmeler, yardımlaşma, vefa, hoşgörü, “kendine
tanıdığın hakkı başkalarına tanı” gibi insani değerlerin önüne geçmiştir.
Bireyin böylesine birbiri ile çatışan hedeflerde doğru
ayırım yapabilme, neyin olumlu, neyin olumsuz olduğu yönündeki karar verebilme
yetenekleri önce dengesini yitirir sonra çevrenin etkisi ile çarpıtılır.
Bu durumda yapılacak şey peşinde olduğumuz ama çatıştığını gördüğümüz
hedeflerin doğru analizini yapmak, bunların neden çatıştığını, bunun iç
dünyamızda ne gibi olumsuzluklar yarattığını doğru tespit etmek olmalıdır.
Şüphesiz yaşamımız için ihtiyaç duyulan maddesel gereklerin
gerçekleştirilmesi doğaldır ancak bunun ötesinde çok şeye sahip olma hırsından,
doyumsuz beklentilerden uzaklaşabilmek, zaman zaman hayatın koşturmacasından
geri çekilmeyi bilmek, kendimize ayıracağımız zaman sürecinde içimizden gelen
dürtü ve uyarı sesine kulak vermeyi öğrenmek, o uyarıları eylemlerimize
yansıtma imkânlarını aramak, bu yönde gayret sarf ettikçe duygularımız ve
mantığımız arasında bir dengeyi vicdan terazisinde tartarak bulmayı öğrenmek,
böylece duyarlılığımızı, farkındalık kapasitemizi arttırmak, “gerçek insan”
olma yönünde, olumlu yolda tekamül etmek, yani bilincimizin evrimleşmesini
sağlamak ana hedefimiz olmalıdır.
İşte bu analiz EGO ‘ muzu tanımak, egomuz ile çevremiz
arasında dengeli ve olumlu bir ilişki kurabilmek için başlangıçtır.
Ancak bu süreç fevkalade zor olup, dikkat, irade, sabırla
örülü üstün bir gayreti gerektirir. Ama insanoğlu önce bireyler, sonra bu
bireylerin oluşturduğu toplumlar olarak bunu başarabildiği ölçüde AYDINLANACAK,
mutluluğa yaklaşacaktır.
Bir toplumu oluşturan bireyler arasında karşılıklı sorumluluk
ve adil olma duygusunun oluşturacağı sevgi, saygı geliştikçe adil paylaşımda (
eşit paylaşım değil) daha geniş ve gerçekçi olarak toplumda öne çıkacaktır. Bu
müşterek algılama, değer yargısı
geliştiği ölçüde önce yokluk ortadan kalkacak, yaşamanın asgari şartları olan
iş, aş, sağlık, eğitim imkanlarına bütün bireyler sahip olacak daha sonrada
insanın insanla, ve çevredeki bütün varlıklarla, yani doğa ile uyumlu
beraberliği sağlanmış olacaktır. Bu inanç zamanla toplumlar, milletler arasında
kabul görecektir. Nitekim son 50 yıldaki gelişmeler ( insan hakları gibi) bu
yönde atılmaya başlanmış olan (henüz yetersiz olsa bile ) ciddi adımlardır.
“ Bu gün dünyada insanlar vardır, fakat “İNSANLIK” yoktur.
Bu durum insani davranışları öne çıkaran bireylerin oluşturacağı toplumların hâkim
olacağı döneme kadar devam edecektir. Tabii bu süre zarfında dünyada insanoğlu
kalırsa!"
“İktidarınız, gücünüz ne maddiyattan, ne malzemelerden, ne
hükümetlerden gelecektir. Gücünüz, iktidarınız keşfetmek kudretini
gösteremediğiniz bir kaynak’ yani kalbinizden ve vicdanınızdan gelecektir.”
Bellekte zaman içinde biriken tarih, matematik mesleki
bilgiler gibi beyinsel bilgi, entelektüel hafızayı (lQ ) ; Yaşadığımız
olaylardan edinilen bütün olumlu ve olumsuz duygusal değer yargıları ise (
İstekler, acıma, kızgınlık, sevgi, nefret, merhamet v.s) duygusal hafızamızı
(EQ) oluşturur. Her ikisinin birikimi ise sonuçta değer yargılarımızı, değer
yargılarımız ise yaşama bakış açımızı, yani BİLİNÇ sahamızı oluşturur. Diğer
bir ifade ile bilinç sahamız ile çevremizdeki diğer canlılar ve doğa ile ilgili
ilişkimiz bire bir bağlantılıdır. Çevremizle ilişkilerimizden doğan her türlü
yansımaya vereceğimiz cevap, tepki, bilinç sahamızın derinliği ve genişliği ile
orantılı ve dengelidir. Adına OLGUNLUK seviyesi de diyebileceğimiz bu bilinç
düzeyi bireyde doğduğundan itibaren önce aile, okul, toplum gibi içinde
yaşadığı çevresinden aldığı bilgileri, değerleri yaşam boyu kendi deneyimleri
ile harmanlayarak benimsemesi ile oluşur.
İşte bu bilinç EGOMUZU yani ÖZBENLİĞİMİZİ oluşturan
merkezdir.
Kanaatkar olmak demek “yarım lokma , yarım hırka” inanışına
sahip olmak değildir. Kanaatkâr olmak demek; doğruluk, sorumluluk, adil olma
ilkelerini benimseyerek, gösterdiğimiz gayret sonucu sahip olduklarımızla tatmin
olmasını bilmek demektir. Açgözlü davranışlarla, hırsa kapılıp başkalarına
manen, maddeden ödetilen bedel pahasına ister madde anlamında ister sosyal
(güç, gibi) anlamda arzu ve isteklerimize dur demesini bilmektir.
Zaman sürecinde oluşan bilgi ve duygu birikimleri, insan
belleğini, hafızayı oluşturur. Bellek karşılaştığı olaylara bu birikimindeki
bilgi ve deneyimi kullanarak ürettiği düşünce ve değerlendirme yetisi ile
orantılı olarak cevap verir, tepki verir. İşte bu zihinsel faaliyet ve
değerlendirme sürecinin sonucu bizim aktivitemizi, eylemlerimizi oluşturur.
OLUMLU VE OLUMSUZ değerler, değer yargıları ise EGO’nun mozaik taşlarıdır.
Bu bilinç içindeki istekler, arzular, toplumda güç, statü
edinme arzuları, her türlü beklentiler, hepsi bizim egomuzun bir bölümüdür.
Beklenti ve arzularımızı başkalarına bedel ödetme pahasına, veya onlara hak
tanımama pahasına gerçekleştirdiğimiz ölçüde EGOİST BİR BENLİĞİMİZ var
demektir.
Burada altını çizmemiz gereken husus şudur. İnsanın arzu ve
isteklerinin olması şüphesiz yanlış değildir. Prensip olarak başkalarına zarar
vermediği müddetçe isteklerimizin peşinden gitmemiz, sorumluluklarımızı yerine
getireceğimiz insanca yaşam şartlarına ulaşmak herkesin hakkı, hatta görevidir.
Burada prensip bu insanca yaşam şartlarına İNSANİ davranışlarla ulaşmayı
benimsemiş olmaktır.
İşte burada bilinçteki ego ‘nun olumsuz yönünü dengeleyecek
olan yine bilinçte oluşması gereken adına FARKINDALIK ta dediğimiz, manevi
yönü, yüksek ahlaki yönünü oluşturan vicdani yönü, DUYARLI yönü, RUHSAL VARLIK
yönüdür.
Bilincin olumlu gelişimi prensipte aşağıdaki değerlerin,
erdemlerin geliştirilmesi ile orantılıdır.
Adalet ; Hakkaniyetle hareket edebilme yetisi
Doğruluk ; Önce kendine sonra karşındakilere karşı
samimiyetle dürüst olabilme Sorumluluk; Kararlarımızın, Eylemlerimizin ve
sözlerimizin sonucunu kabullenebilmek Özgürlük; Ekonomik, sosyal, politik
kültürel v.s hiçbir ön yargının etkisinde kalmadan,
taklidin, biçimciliğin dışında, çoğunluğun doğru düşündüğü
var sayımından uzak, sadece AKIL,MANTIK ve VİCDAN süzgecinden geçireceğimiz
düşünce ve eylemlerimizle, kendimize tanıdığımız hakları diğerlerine
tanıyabilmek
İyilik; Doğruyu, yanlışı, görüp ayırt edebilme; akıl ve
duyguların bileşkesi olan
DUYARLI davranabilme yetisi
Yukarıdaki değerlerin geliştirilmesi için takip edilecek yol
ise; BİLİNCİ; KURGU, YALAN ve İDOLLERDEN;
KALBİ AŞIRI HIRS, ARZU,KISKANÇLIK ve ÖFKEDEN temizlemektir..A.ERSİN/ tekâmül yolcusu