BİLİNÇLİ İNANÇ ve BİLİM 1
İNANÇ İÇGÜDÜSÜ_BİLİNÇLİ
İNANÇ ve BİLİM/ ARAL ERSİN
İlk
çağlardan itibaren korkutucu, düşündürücü sevgi ve hayranlık uyandırıcı olaylar
insanda kendi dışındaki bir güce tabi olma, inanma güdüsünü tetikleyerek
insanüstü olduğuna inanılan ateş, güneş,gibi şeyleri ilah kabul etmesine veya
gizli güçler içerdiği inancı ile gücün sembolleri olan putlara, vs. tapınılmaya
başlamıştır.
Bu inanılmak
istenen şeylerin ortak noktası “insanüstü”
güce bağlanma eğilimidir.
Bu insanüstü
güçlere zamanla güçlü krallar, kahramanlar bile dahil olmuştur.
Burada bir
parantez açarak ve üzülerek 21.YY da bile fazla değişen bir şey olmadığını
söyleyebiliriz. Bugün Ay’ı, Güneş’i değil ama yeryüzünden göçmüş, hatta yaşamakta
olan varlıklardan şefaat bekleyen, o kişilerin kerametine inanan
aklını,varlığını o kişilere endekslemiş insanları,yahut sinema, müzik, moda,spor
dünyasındaki şöhretlere adeta taparcasına bağlanmış, onları ilahlaştırmış,ikonlaştırmış
kişileri örnek verebiliriz.
Âdemoğlunun doğum
ile içine yerleştirilen (buna programlanma da diyebiliriz) inanma içgüdüsü yine
âdemoğlunun Bilincinin ve Ruhsal gelişiminin başlangıç noktasıdır. İçimizdeki
bu içgüdü olmasaydı bizi Yaratan’a bağlayan “ip” hiçbir zaman bilinemez, aranamazdı.İşte
içgüdüsel olarak Tanrıyı ararken; insanı, insanın var oluş nedenini, ve insanın
doğa ile, çevre ile evren ile ilişkisini sorgulamak felsefeyi, derin düşünceyi
oluşturmuştur. Philos ve Sophia yani sevgi, doğa, bilgelik sözcüklerinden oluşan felsefe, çağlar
boyunca insanlar,olaylar ve doğa arasındaki müşterek bağları bulma gayreti
içindeyken zamanla bilgilerin çeşidi artmış, hadiseleri gruplandırarak
incelemek mecburiyeti gelişerek bilime, bilimsel düşünceye köprü olmuştur.
Böylece İnanç’tan
Din; Din’den Felsefe;Felsefe’den de İlim doğmuştur.
İlim;
felsefenin birleştirerek incelediği ve cevaplamakta zorlanmaya başladığı
konuları bölümlere ayırarak tetkik etme gereği ve ihtiyacı ile gelişerek zamanla
matematik, fizik, kimya vs. gibi dallara ayrılmıştır.
Felsefe
düşünceden, ilim ise, gözlem ve deneylerden oluşur.
Dini
öğretilerin hedefi insanları nefsaniyet düşkünlüğünden kurtarıp bugün bizler
için meçhul olan uhrevi âlemlerdeki vazife alma sezgisine yeryüzünde
ulaştırmaktır. Semavi dinlerin esasını oluşturan bu öğreti düşünülmeden her hal
ve şartta uyulması istenen bilgilerdi. Bunun nedeni; o günlerin cahil ve
bilinçsiz beyinlerinde bu bilgiler üzerine yapılacak tartışmalar inancın
gerçekleşmesini zorlaştırabilir toplumu müşterek bir ahlak ve nizam paydasında
toplamak mümkün olmayabilirdi. Dinler özellikle cahil, gelişmemiş insanların gelişimi
için “korku” içgüdüsünden ağırlıklı olarak istifade etmişlerdir. Emredici
söylemlerle insanları zamanın ve ortamın gerçeklerine uygun olarak “iyiliğe,
doğruluğa, diğerkâmlığa, özellikle de “ibadet formları “ ile sorumluluk
yüklenmeye, vazifeli olma duygusunu hissetmelerini sağlamaya çalışmışlardır.
Deney ve
gözleme dayalı bilimin gelişmesi zamanla “Sadece bilimsel yoldan kanıtlanabilen
şeylere inanılması doğrudur” fikrinin yaygınlaşmasına neden oldu.
Buna
karşılık Din inancını öğreten “Din adamlarının” kendi egolarını öne çıkaran
söylemleri, Din öğretisinin tersi davranışları, yolsuzlukları, toplum üzerinde
oluşturdukları baskı inancın sorgulanmasına da yol açmaya başladı.
Böylece
yasakçı anlayıştaki din ile bilim arasında zamanla din aleyhine gelişecek olan
DİN/BİLİM çatışması başladı. Maddeci öğretiler yaygınlaştı.
Bilim mevcut
olanakları ile Allah’ın varlığını kanıtlayamadığı için maddeci görüş Tanrıyı
inkâr ederek “Madde ilahi bir güce ihtiyaç duymadan kendi kendini var etmiştir”
teorisini kabullendi.
Ancak 19 y.y
gelindiğinde bilimsel sonuçlarla kendini sınırlayan hatta bazı ülkelerde
İDEOLOJİ haline getiren maddeci görüş insan davranışlarını, düşünce, vicdan
gibi değerlerin yaşamımız üzerindeki etkisini izah etmede yetersiz kalmaya
başladı.
“Spiritüalizm
alanında, bazı konularda kesin bilimsel sonuçlara varılmaması, en geniş anlamıyla ruhçuluk (tinsellik) anlamına gelen
spiritüalizm’in, kolaylıkla hafife alınabilen ispritizma ile karıştırılması ana
Spiritüalizm’e uzun süre bilimsel gözüyle bakılmamasının başlıca nedenlerindendir.”
“Spiritüalizm’in,
madde üstünü kanıtlamada engellerle karşılaşmasına karşın, bilim’in kendine
çizmiş olduğu yolda emin adımlarla ilerlemesi, spiritüalizm’e rağmen bilime
dayalı maddeci görüşlerin her gün biraz daha yaygınlaşmasına neden olmaktaydı.”
T.Olgaç
19.yy. sonlarına doğru Maneviyat Âlemlerinin
varlığına inanan bazı ilim adamları inançlarını bilimsel metotlarla kanıtlama
yollarını araştırmaya başlayınca zamanla deney ve gözleme dayalı “bilimsel Spiritüalizm”doğdu.... (devam ediyor) Aral Ersin (Bilinçli yaşam kitabından)
Yorumlar
Yorum Gönder