İNANÇ İÇGÜDÜSÜ_BİLİNÇLİ İNANÇ ve BİLİM 4
Şimdi de gen
teknolojisi üzerindeki buluşları ile ödül alan bir Japon bilim adamına kulak
verelim.
“Geçmişte, insanların sözünü ettiği
kendilerinden üstün bir varlık ya da gücün ne anlama geldiğini kavramakta
zorlanırdım. Bu güce kimileri “Tanrı” der, kimileri de “Buda”. Onun
yarattıklarının sadece bir parçası olan genleri incelemeye başladıktan sonra
ise, varlığını sezdim ve bu varlıktan derinden etkilendim. Kişinin kendisini
gerçek anlamda dizginlemesi, “Büyük bir şey”in varlığını bilmesi ve onun
gelişmemize yardım edeceğinin farkında olmasıyla mümkündür.”
“Dünyamızın ahenginin arkasında daha
“büyük” bir şey olmalıdır. Birçokları bu kavramı “Tanrı” sözcüğüyle
tanımlamayı tercih ederler. Bir bilim insanı olarak ben, onu “Büyük bir şey”
olarak adlandırıyorum. Gözle görülemez ve diğer duyularımızla da kolayca
algılanamaz olmasına karşın, yaşam bilimleri alanında çalıştığım için ben onun
varlığının kuvvetle farkındayım. Genetik şifrenin kırılması gerçekten de
olağanüstü bir becerinin sergilenmesidir ama, daha olağanüstü bir şey varsa o
da bu şifrenin genlerimizde yazılı olduğudur. Biliyoruz ki yazan biz değiliz,
ama bu şifre rastgele yazılmış bir şey de değildir.”
“ Üç milyarın üzerinde “kimyasal harf’ten oluşan genetik şifremiz; ağırlığı gramın milyarda biri, genişliği ise milimetrenin 5000’de
biri olan, iki mikroskobik sarmal üzerinde yazılıdır. Ancak, sarmalların açık
boyu üç metreyi bulmaktadır.
Bir
milimetre çapında bir kabloyu boylamasına yüz parçaya bölmeniz mümkün olsaydı,
“püf” dediğinizde dağılıp gidecek incelikte şeritler ortaya çıkardı. Ama bu
şeritler yine de, bir DNA şeridinin 5000 katı kalınlıkta olurdu. Boyutun ne
kadar küçük olduğunu anlayabilmek için, dünya üzerindeki altı milyar insanın
her birinin DNA’larını bir araya getirdiğinizi düşünün. Bunca DNA’nın ağırlığı,
yalnızca bir pirinç tanesinin ağırlığına eşittir. Genler dünyası işte bu denli
küçüktür.”
“Genlerimizde kayıtlı olan ve “genetik
bilgi” olarak adlandırılan bilgi; üç milyar kimyasal harfe eşdeğerdir ve
basılmaya kalkılsa, her biri biner sayfalık üç bin cilt oluşturur.”[1]
“İnsanoğlu gibi karmaşık bir canlı
organizmanın yapısının, yalnızca dört âdet harfle yazılabilen bilgiler
tarafından belirleniyor olması şaşırtıcı bir durumdur. Ancak bundan daha da
şaşırtıcı olan bir şey vardır ki o da; minicik mikroplardan son derece kompleks
hayvanlara kadar, bütün canlıların temel genetik yapılarının birbirinin tıpa
tıp aynısı olmasıdır. Hatta, insan genlerinin %90’ından fazlası bitki
genleriyle tıpa tıp aynıdır. Küf ya da koli basili gibi tek hücreli
organizmalar, altmış trilyondan fazla hücresi olan insanoğluyla aynı temel
ilkeler doğrultusunda çalışır.”
(Burada bir parantez açalım ve bu bilimsel
bulgunun yıllar önce verilmiş bir tebliğ ile ne kadar örtüştüğünü görelim. “İnsan en
ideal prototiptir. Bütün varlıkların tekâmül yönü ve yolu “insan” tipine
doğrudur”. Kaldı ki yeryüzündeki insanoğlu bile henüz BEŞER seviyesindedir, yani eksikleri
ile aynı tekâmül yolunda yürümektedir. Mevlânanın “ cansız madde idim, sonra
bitki oldum, hayvan oldum, insan oldum” sözündeki tekâmül aşamalarını anlatan
sözünü de ilave edelim)
“Hayat hakkında henüz kavrayamadığımız birçok
şey var. Benim hayalim, yaşamın özünü yalnızca bilimsel açıdan değil, tinsel ve
dinsel açıdan da araştırmaya devam etmektir.
Kendi yaşantımda yararını gördüğüm üç önerim
var:
“1) Yüce amaçlarınız olsun. (yaratanın
sevgisi ile bizim gelişimimiz için oluşturduğu inanç)
2) Şükretmeyi unutmayın.
3) Olumlu düşünün. Üçüncü tavsiyem-ki
bunun en önemlisi olduğuna inanıyorum-olumlu düşünmektir. Hayat her zaman bizim
istediğimiz gibi gitmez. Hastalanırız, hata yaparız ya da kalbimiz kırılır.” (
Yani her şeyi olduğu gibi kabul etmek, her şer de bile hayır vardır diye
düşünmek)”
“Bir durum ne kadar kötü görünürse
görünsün, ona olumsuz olarak bakmaktansa, olumlu bakmak önemlidir. Her şey
karşıtıyla var olur: Ön-arka, gece-gündüz, güç-güçsüzlük gibi. Bir şey ne kadar
tek yanlı, ötesi yokmuş gibi görünürse görünsün, karşısında bir başka seçeneğe
her zaman yer vardır.
Eskiden
atalarımız ağaç dikerlerken “birikimlerimizi
gökyüzüne yatırdık” derken; insanın parayı sırf kendisi için değil, dünyanın
iyileştirilmesi için de kullanması gerektiğini söylüyorlardı.”
“Gökyüzündeki banka”ya yatırdığımız, işte bu
fedakarlık ettiğimiz şeylerdir ve bunlar gelecekte size ya da başkalarına doğal
bir getiri olarak geri döner. Bu tıpkı meyve verdiğini göremeyeceğiniz bir
ağacı dikmeye benzer. Yine de dikersiniz, çünkü bilirsiniz ki gelecek kuşaklar
bu ağacın zevkini süreceklerdir. Bunu bilmekten aldığınız haz, tıpkı
atalarınızın diktiği ve meyvesinin tadını şimdi sizin çıkarmakta olduğunuz ağaçlar
gibi bir ödüldür. “
Prof. Kazuo Murakami
Bu konuda önceki
sayfalarda naklettiğimiz bilgiyi yineleyelim;
Evet, bilim
bugün spritüel bilgilerle, yani manevi değerlerle, bilimsel değerler arasında
paralellik kurmaya başlamıştır. İki ucu olan yolda ortalarda bir yerlerde,
ortak noktalarda buluşulacaktır.
Bugün artık dini inançlardaki korku ve his dönemi
kapanmaktadır, bunun yerini Bilinçli iman, bilgi, mantık, farkındalık dönemi
almaktadır. Dünya hayatında Hareketlerini
idrakine ve vicdanın sesine uyduran, herkesi kendisi gibi düşünen, değer veren
bir anlayış, inanç geçerli olmalıdır.
Tekrar edelim; Mevcut
dinimiz ,inancımız ne olursa olsun onun üzerine ilave edeceğimiz;
“ Dünya hayatı için Yeni Din İDRAK dinidir. ŞUURLU İMAN ( BİLİNÇLİ İNANÇ) BEŞERİYETİ (İNSANLIĞI)
TEŞEVVÜŞTEN ( AKIL KARIŞIKLIĞINDAN)
KURTARACAK, İNSANÎYETE İLİM, MANTIK VE
BİLGİ İLE YÜRÜNMESİ GEREKEN YOLU GÖSTERECEK İNANÇ’TIR” tebliğ
BU İNANCIN Daimi
ibadeti ise EVRENSEL AHLÂK kaideleri dahilinde vicdanın
sesine uyularak İDRAKLİ hareket edebilmek, herkesi kendisi
gibi düşünebilmektir.
“Din Devadır, İlim Gıdadır. Gıda devadan
yoksun olamaz” İmam Gazali
“Bilimsiz inanç kör, İnançsız bilim topaldır” Albert Einstein
“Artık
dünya hayatı için ebediyen var olacak peygamber ilim” olacaktır.(tebliğ)
Yine bir başka örnek olarak;
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir”.K.Atatürk
Bütün bu Sözler
hep aynı gerçeği vurgulamaktadır.
Tekâmül
konusuna tekrar dönersek;
Hepimizin
yeryüzüne doğma nedeni olan, gelme nedeni olan idrakimizi arttırarak tekâmül
etme konusu son derece mühim, son derece hassas, son derece soyut, suptil bir
konudur.
Ancak daha
önce bizi bu konuya götürecek yolları araştırmak, bu yollardaki yapı taşlarını
incelemek gerekir. Böylece bizi tekâmül bilincine, bilinçli inanç kavramına
yükseltecek merdivenin hangi basamaklarına basacağımızı öğreneceğiz. Aksi halde
bir düşünürün dediği gibi “Temeli
olmayan bir bina inşa ederiz ki ne içine girip oturabiliriz nede balkonuna
çıkıp etrafın güzelliklerini seyredebilmek nasip olur.”
Tekâmül
konusuna daha detaylı girmeden önce buraya kadar işlediğimiz konuları kısaca
özetlersek;
“RUHSAL
tekâmülde gaye daha yüksek idrak seviyesine ulaşabilmektir.” Yani Bilinci, farkındalığı,
vicdanı yeryüzünde mümkün olan en üst seviyesine getirebilmektir.
İnsanoğlu
yeryüzüne ruhu ile gelir. Ego ise doğumdan itibaren başlayan süreç içinde
çevresi tarafından kişiliğine olumlu ve olumsuz olarak yazılmaya başlar.
Ruh sonsuza
kadar devam edecek olan tekâmül yolculuğunun özü, var oluşun kendisidir
Ego ise
sadece yeryüzüne ait olan benliğin yapılanmasıdır.
Benliğimizi,
karakterimizi oluşturan karşıt duygular (olumlu- olumsuz) devamlı bir çatışma halindedir.
Kızılderili
bilgenin kabiledeki çocuklara anlattığı hikâyedeki gibi “içimde daimi bir savaş halinde olan iki kurt var. Bir kurt hep
isteklerinin yerine getirilmesini istiyor, aksi halde korku, kıskançlık, kibir,
öfke taşıyor. Diğer kurt ise sevgi umut, paylaşım, merhamet, hoşgörü sahibi. Kavganın
galibi kim mi olacak? En çok hangisini besleyip güçlendirirsem…“
Ruh öz, ego
ise işlevseldir. “Ben kimim?”, sorusuna vereceğimiz cevap mühendis, iş adamı, ebeveyn,
çocuk, zengin, fakir vs. ise bu bizim fonksiyonlarımız, işlevimiz, entelektüel kişiliğimizdir.
Ölen kişi
bunları değil ruhunu ve Ruh’un hafızası olan bilincini götürecektir. İşte
bilincini insani evrensel değerlerle zenginleştiren, benliğindeki olumsuz
duygularını (kin, haset, nefret, kıskançlık, zalimlik vs.) kontrol altına alıp
olumlu duygularla ( sevgi, şefkat, hoşgörü, adil olmak, duyarlı olmak) dengeleyen kişi ruhsal, manevi özgürlüğe tekâmüle
uzanır.
Tekâmül yolu, keşiş olup dağ tepelerinde ömür
geçirmek değildir. Toplum içinde farkındalıkla yaşayıp yaşam deneyimleri
üzerinde derin düşünerek, onlardan dersler çıkararak, idraki ve görgüyü
arttırarak olgunlaşmaktır. Aksi halde
sadece yaşlanır ama olgunlaşmış olamayız.
“ Bir saat
düşünceye dalmak, altmış yıl ibadetten hayırlıdır” Hz.Muhammed
aral.ersin@gmail.com. Kader ve Mukadderat arasında Bilinçli yaşam kitabımdan
Yorumlar
Yorum Gönder