YAŞAM VE ÖLÜM ÜZERİNE 1
YAŞAM ve ÖLÜM ÜZERİNE 1/ARAL ERSİN
Yaşam iki soluk arasındaki süreçtir. Doğan kişi ilk nefesini
alır, ölürken de son nefesini verir. Yaşam bu iki soluk arasında alınan mesafe,
yapılan yolculuktur.
Her yolculuk gibi “yaşam yolculuğunun” da bir hedefi, amacı
vardır. Hedef bu var oluş süreci içinde farkındalık bilincine ulaşabilmektir.
Yaşamın amacı “var oluş sürecinde kendini oluşturmaktır” yani tasavvuftaki ifadesi ile “tahakkuktur”.
Yaşam doğası itibarı ile bir akış, değişim ve devrimdir. Var
oluşum bu akış içinde “olmak”, “oluşmak”
bilinçlenmektir.
Bu oluşum, var oluş içinde “kemale ermek”, yani olgunlaşmaktır.
Bilincini geliştirip, tekâmül etmektir.
Yaşamın amacı yaşama saygı ile yaklaşmak, O’nu farkındalıkla
yaşayabilmektir.
Yaşama saygı ile yaklaşmak ise, yaşamdaki canlı cansız bütün
varlıklara saygı ile yaklaşmak demektir.
Dışarıdan aynı gibi gözükse de akan suda iki defa
yıkanamayız. Akan suyun özü değişmiştir. Yaşam da böyledir, zaman içinde
akarken değişir. Dolayısı ile aklın gelişimi de yaşamla paralel akmalı
değişmelidir. Geri kalmanın nedeni geçmişte kalan geçersiz değerlere,
geleneklere bağımlı kalmaktır. Yüzlerce yıl öncesini bugün hala takip etmeye
çalışmak ilerlemeyi önler. Biz hala geçmişi izlemeye çalışırken yaşam nehri
akmış bu arada her şey de değişmiştir.
İşte yaşam nehrinde akarken Kişisel gelişimi, bilinçlenmeyi
oluşturmamız şarttır.
Örneğin İnsanlara hep bencil olmamaları söylenir. Evet,
doğru. Güzel bir öğreti.. Ama kendini henüz gerçek aynasında görüp,
tanıyamamış, huylarını, zayıf, eksik yönlerini öğrenememiş, kendi bencilliğinin
ne olduğunu, nasıl olduğunu bilmeyen bir kişiye “bencil olmamasını” söylemek ne
kadar anlamlı olabilir? O kişiye ne ifade edebilir?
Kendimizi gerçek manada tanıdığımız ölçüde bencillikten
kurtulma şansımız olabilir..” Aksi halde sadece şekil de kalan, özden uzak,
muhtemelen cennette iyi bir yer edinme adına taklit davranışlar ne kadar
anlamlı, faydalı, geçerli olabilir?
Bu konuya ileriki sayfalarda tekrar döneceğiz şimdi biraz da
ÖLÜM üzerine konuşalım. Çünkü VAR OLUŞ diyalektiktir,
her zaman karşıtı vardır karşıtı olmasa var olamaz.
Bu karşıt ise Ölümdür.
Peki. bu hayattan sonra da bir
yaşam olduğuna gerçekten inanıyor musunuz? Bu soruyu samimiyetle içinizden,
kalbinizin derinliklerinden cevaplamaya çalışın.
Her şeyin ölümle biteceğine
inanıyor, aksinin bilimsel olarak ispat edilmediğini savunuyor olabilirsiniz. Peki
ama, neden başka bir yaşam olmasın? Eskiden elektrik enerjisinin mevcudiyetinden,
atomun daha küçük parçaları olduğundan insanlığın haberi yoktu.
Veya çiçeği göremesek bile kokusu mevcudiyetini işaret eder.
Bilinmeyen, görünmeyen yok demek
değildir.
Tersine,
yaşamın burada bitmeyeceğine inanmamız halinde yaşama bakışımız da farklı olacak,
belli bir sorumluluk anlayışına, evrensel ahlaki prensiplere, doğruluk ve
insani değerlere daha fazla sahip çıkacağız. Aksi halde sürdürdüğümüz yaşamın
dışında bir yaşam ve onun sonuçlarına inanmayanlar, yaptıklarının sorumluluğuna
sahip çıkmayarak, kısa vadeli değerleri önemseyen, kendinden ve hırslarından
başka şeylere değer vermeyen bireyler sevgisiz, hatta vahşi diyebileceğimiz
toplumlar oluşturacaklardır. Şu an içinde yaşadığımız dünyada olduğu gibi. Dünyanın
bugün içinde çok az şefkat, yardımlaşma, hoşgörü barındıran bir gezegen
olmasının nedeni bu olamaz mı?
Hindistan’a,
Nepal’e gidenler görmüştür.Batı ülkelerine nispetle maddeten çok daha zor
şartlarda yaşamalarına rağmen inançları nedeni ile oradaki insanlar
birbirlerine karşı son derece hoşgörülü ve sabırlıdır.
Birçok insan
ölümden sonra yaşama ilişkin gerçek ve güvenilir bir inançları olmadan yaşıyor
çünkü bu konuda gereken yüksek bilgileri bilmiyor.
Ne ölümü
reddetmek, ne onu yaşamdan bir kaçış gibi
görerek intihar etmek, nede yok kabul etmek, yaşam ve ölüm gerçeğine uygun
değildir.
Ölüm ve
sonrası ne üzüntü, ne heyecan verici ne de korkulması gereken bir olay değil,
öğrenilmesi gereken yaşamın basit gerçeğidir..(devam ediyor) ARAL ERSİN
Yorumlar
Yorum Gönder