YAŞAM ve ÖLÜM ÜZERİNE 2
1.Cİ BÖLÜMÜN DEVAMI..
Bilim
adamlarının da dediği gibi tüm evren bir devamlı değişim, devinim içindedir.
Bir şey hiçbir zaman yok olmaz sadece şekil değiştirir. Hiç bir şeyin aynı
kalamayacağını ama yok olmadan sadece değişime uğradığını artık biliyoruz, ama
yine de bizim için her şeyin üstünde önemli olan, yaşamda canlı tutmak için uğraş verdiğimiz bedenlerimizi mutlaka geride
bırakacağız, bu kesin. Gidecek olan ise sadece öz enerji olan Ruh ve Ruh’un
hafızası diyebileceğimiz evrensel değerler ölçüsünde oluşturabildiğimiz farkındalığımız,
bilincimiz, öz kişiliğimiz olacaktır.
Öldüğümüzde sadece Ruhumuzda
oluşturacağımız, bütünleştireceğimiz ahlaki duyarlılık, hoşgörü, bilgelik,
şefkat gibi niteliklerin bizimle geleceğinin bilincine varabilirsek yaşama ve
ölüme bakışımız da değişecektir. Bir anlamda benliğimize yapacağımız nitelikli
yatırımlar bizimle gelecektir.
Hepimiz yaşamlarımızı
önceden planlanmış şablonlar doğrultusunda yürütüyoruz.
Eğitim,
öğretim, meslek, evlilik, işimizde başarı, yazlık ev, otomobil hayalleri,
emeklilik planları ile ömür geçiyor. Yaşamımız o kadar telaş ve koşturma
içindeki, yaşam sonrasını düşünmeye hiç vakit ayıramıyoruz. Yaşamın sürekli
olmayacağı korkusunu bastırmak için etrafımıza eşyalarla, konforla çevrili kale
duvarları örüp içinde saklanarak kendimizi aldatıyoruz.
Yaşamda
sahip olduğumuz maddi her şeyin sadece gelişimimize yardımcı olabilecek birer
vasıta olduğu gerçeğini unutmamak, onların cazibesine kapılarak asıl hedefe
ulaşma gayretlerimizi asla ıskalamamak gerekir. Aksi halde adeta boynumuza bir
esaret zinciri takmış bir köle gibi ne özgür düşünebilmek mümkündür, ne de
özgür bir vicdana sahip olabilmek mümkündür.
Şüphesiz
yerine getirmemiz gereken sorumluluklarımız var. Gittikçe zorlaşan yaşam
mücadelesi içinde insanca ve sorumluluklarımızla yaşamak ve bunun gereklerini gerçekleştirmek
söz konusudur. Dağların tepesine gidip meditasyon ve bir çanak pirinç ile ömür
tüketecek halimiz yok. Ancak maddesel ihtiyaçlarımızın gereğini oluştururken
vicdanımızla da dengeyi kurmasını öğrenmek durumundayız.
Diğer
taraftan mademki içimizdeki en güçlü istek yaşamaya hep devam etmek, öyleyse
belki farklı bir görüşle ölümün de son olmadığına da inanabiliriz.
Şöyleki;
hiç
değişmeden olduğu gibi devam etmesini istiyoruz. Değişime olan inancımız kendimiz
söz konusu olunca kocaman bir aldatmacaya dönüşüyor ve “değişimin sürekliliği”
bilgisine itibar etmiyoruz.
Bu ise,bizi
yanlış düşünce ve inançlara, hesaplara, planlara götürüyor.
Yanlış bir
temel üzerine inşa edilen ve son anda dağılıp yıkılacak olan bina gibi
Düşünmemiz
ve inanmamız gereken; sürekliliğin sadece yaşamda değil, ölümde de olabileceğidir.
Son dediğimiz Ölüm’ün BİR BAŞKA YAŞAMI başlattığı gerçeğine, bu ikilemin
farkındalığına ulaşabilmek gerekir.
Bu ise
sadece doğru bilgi ile mümkündür.
Bu bilgilere
ulaşan kişi ve bu bilgiyi içselleştirip, hazmeden kişi ölümün bir son
olmadığını öğrenecektir.
Yaşam ve ölüm
bir bütündür. Gündüz ve Gece’nin bir günü oluşturması gibi.Ölüm de, yaşamın
diğer bölümünün başlangıcıdır.Yaşam – Ölüm- Ölüm Sonrası- Yeniden Doğuş.
Kur’anda
belirtildiği gibi;
İnşikak suresi/19
“sizler tabakadan tabakaya geçeceksiniz”
Vakıa suresi 35. ayet: “Biz
onları yeniden inşa etmişizdir”
61.ayet: “Kılıklarınızı
değiştirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir yaradılışta var etmek üzereyiz”
(daha fazla açıklama
için bkz. Ek bölüm reenkarnasyon)
Yaşam –Ölüm
dengesini ve devamlılığını anlayabilmek, farkındalığına varabilmek için
öncelikle bilincin doğasını anlamak gerekir. İşte o zaman yaşamın ve ölümün
anlamının anahtarına sahip olabiliriz.
Bilincini bu
yönde uygulamalarla geliştiren kişi için ölüm bilinmez bir son değil, yepyeni
ufuklara çıkılan bir yolculuk gibidir.
“Yaşamımla
ben ne yapıyorum?” “Bu gece ölürsem,
hayatımda gerçekten insanlık adına ne başardım?”“Yaşamımla ilgili olarak iyilik
etmek adına orada söyleyebileceğim ne yaptım?”
Tüm bunların
zaten biliniyor olduğunu, yeni bir şey olmadığını söylüyor olabiliriz.
O zaman şu
soruları da cevaplamamız gerekir. Hiçbir şeyin sürekli olmadığını, devinim
halinde olduğu gerçeğini tam olarak idrak edebildik mi? Bu gerçeği her an, her
nefes alışımızda düşüncelerimizde yaşatıyor, hayatımıza yansıtıyor, her eylemimize uygulayabiliyor muyuz? Kültürümüzdeki “Ayinesi
iştir kişinin, lafa bakılmaz” yani söz
yeterli değil, eylemler mühimdir anlamındaki atasözünü biliyor ama uygulayabiliyor
muyuz?
Bilgenin
dediği gibi kendimize şu iki soruyu devamlı sormalıyız “Herkes ve her şey gibi ölmekte olduğumu her dakika anımsıyor ve tüm
yaratılmışlara her zaman şefkatle yaklaşabiliyor muyum? Ve “her anımı
aydınlanma arayışına adayabiliyor muyum?” S.Rinpoce(Tibetin yaşam ve ölüm
kitabı) (devam ediyor) A.Ersin
Yorumlar
Yorum Gönder