BİLİNÇ GELİŞTİRME ve BİLGELİĞE GİDEN YOL3


ÖNCEKİ 1 VE 2 BÖLÜMLERİN DEVAMI../ARAL ERSİN

Bilgelik ortada olmaktır.  Yaşamımızda eksikliklerini hissettirerek bizi mutsuz eden hırslarımıza, aşırı arzularımıza mağlup olmamaktır.

“Yeryüzüne doğmak demek; bir sürecin başlatılması, bu sürecin içinden geçerken madde âleminde olduğu kadar manevi âlemde de büyümeyi sağlayacak olaylar dizisine adım atmak demektir”. (tebliğ)
İşte İlahi irade kanunları bu “olaylar dizisini” oluşturur. Aynı derecedeki kaynar su farklı cam bardaklara konulduğu zaman her cam bardak farklı direniş gösterir. Bazıları çatlar, bazıları kırılıp dağılır, bazıları ise direnç gösterir. Direnci sağlayan camın özelliği, kalitesidir. İşte âdemoğlu da kalitesini değerini arttırmakla, yükseltmekle yükümlüdür. Ruh’ un diğer bir ifade ile Öz enerji olan çekirdeğin parlaması, aydınlanması gereklidir. Birey bunu kendi gayreti iradesi ile yapamazsa ilahi irade kanunları yukarıdaki benzetmedeki “kaynar su” görevini şaşmaz bir şekilde yerine getirir.
Yaşamak her an yenilenmek, yeniden doğmak demektir. Bilim adamları insan vücudundaki hücrelerin her an yenilendiğini belirlemişlerdir. Ancak  “Fizyolojik olarak hücre sistemimiz her an yenilenirken, ruhsal açıdan pek çoğumuzun doğumu bir yerlerde sona ermektedir.” Yeryüzündeki görev Ruhsal anlamda da kendimizi geliştirmek, yücelterek yenilemektir.
Âdemoğlu bugün esas sorulması gerekene, yani “NİÇİN” yaşadığına değil, sadece nasıl yaşadığına odaklanmış olarak yaşamını sürdürmektedir. Hâlbuki gerçek soru nasıl yaşadığımız değil, “NİÇİN” yaşadığımızda gizlidir.
Nasıl bir tohum yeryüzüne ileride ulu bir ağaç olma potansiyeline haiz olarak gelir ve  zamanla toprakla, çevre ile doğa şartları ile uyumlu olarak gelişir olgunlaşırsa İnsanoğlu da yeryüzüne bir ruh olarak gelir, bu ruh aynen gelişim potansiyeli olan bir tohum gibidir. Olayların içinde zamanla olgunlaşır ve dünya mektebinden mezun olur.
Hep işaret edildiği gibi RUH’ UN OLUŞUMUNU (tasavvuftaki ifadesi ile TAHAKKUK) gerçekleştirmek birinci görevimizdir. Ruh’un oluşum, olgunluk derecesi de bireyin bilinç düzeyinde yani;
AKIL+VİCDAN/NEFİS+DUYGU terazisinde kendini gösterir. Bu DENKLEMİN en üst seviyelerdeki oluşacak denge noktası ise bireyin yeryüzündeki yolculuğunun sonudur.
Tanrı buyruğu olan “insan kendine emanet edilmiştir” sözü işte bu gerçekleri  vurgulamak içindir. Var oluşun, insanoğlunun yeryüzüne inişinin nedeni bu sözde saklıdır.
Her vesile ile tekrar ettiğimiz gibi: “İnsanın bir eli yerde bir eli gökte olmalıdır”  sözünün anlamı da yine burada gizlidir.

Bilinçlenme yolunda irademizi güçlendirerek, “akıl, mantık, vicdan” terazisindeki yaşam deneyimlerimizden edindiğimiz tecrübelerin ışığı altında, her varlığa, her şeye hoşgörü ile ve anlamaya çalışarak yaklaşmak bizi bu dört temelin bilincine yükseltecektir.  Her kademede yaşamın değerliliği, ölümün anlık oluşu, sonsuz bir şekilde süre gelen neden-sonuç bağlantısı, bencilliğin getirdiği mutsuzluk ve acı hakkında daha yüksek bir bilince ulaşarak daha fazla rahatlık duyarız.
Sonuçta;Tüm varlıklarla tarafsız, eşit bir bağlılıkla, özel bir düşman ya da dost olmaksızın bir denge ortamı yaratırız.“ Bir insan zaman ve mekânla sınırlı ‘evren’ dediğimiz bütünün bir parçasıdır. O kendini, duygu ve düşüncelerini sanki bütünden ayrı bir parçaymış gibi deneyimlerse, bu onun bilincindeki bir çeşit optik yanılgıdır. Bu yanılgı bizi sadece kendi kişisel arzularımız ve en yakınımızdaki birkaç kişiye sevgi ile sınırlayan bir çeşit hapishanedir. Yapmamız gereken ise tüm varlıkları ve onların güzelliğinde tüm doğayı kucaklayacak kadar şefkat çemberimizi genişleterek bu hapishaneden kurtulmaktır.”A.Einstein
Sevecenlik yaşama geçirilmezse gerçek değildir.

NEFS (Ego) KONTROL UYGULAMASI
Önceki sayfalarda söylediğimiz gibi, İnsan yeryüzünde İlahi İrade kanunu gereği maddeye, maddi değerlere bağımlı kılınır. Çünkü hedef önce kendini tanımayı öğrenerek zayıf, olumsuz huylarını, yönlerini kontrol altına alabilecek iradeyi,sabrı öne çıkararak nefse hâkim olmasını öğrenebilmektir.
İnsan bunu kendi çabası ile gerçekleştirmeye çalışırsa çok doğru bir yolda yürümüş olur aksi halde İlahi İrade kanunları devreye girerek oluşturacakları daha zor, daha çetin eprövlerle (olaylar, oluşumlar) bireyi adeta bir demircinin demiri döverek şekillendirmesi gibi acı çektirerek olması gereken yönde şekillendirirler.
İnsan kendi iradesi ile nefsaniyetin karşıtı olan DİĞERKÂM’lığın, yani VİCDAN’ın  emrettiği işlerin peşinden akıl ve mantık ile gitmelidir.
Bu ise; Empati ile olur. Yani kendimizi bizden bir yardım bekleyen karşımızdakinin yerine koyarak. Onun ihtiyacını samimiyetle anlamaya çalışarak.
Bu yardım duruma göre maddesel olabileceği gibi, manevi de olabilir. Samimiyetle paylaşılan bir acı ve içten söylenen teselli sözleri gibi.
Nefs Kontrolü yaparken içimizde kendimizi yargılayacak bir mahkeme kurmalıyız.
Bu mahkemede hiçbir müsamaha göstermemesi gereken Hâkim, VİCDANIMIZ, muhakeme edilen sanık ise NEFSANİYETİMİZ olacaktır.
İşte; Eylemlerimiz için içimizde oluşturacağımız bu mahkemede kendimize karşı ne kadar tarafsız, dürüst, adil ve samimi olursak yanlışlarımızı, yanılgılarımızı o derece belirleme ve düzeltme şansını yakalayabiliriz.
Böylesine tarafsız kalabilmek şüphesiz son derece zordur. Çünkü zihnimiz daima bizi haklı çıkaracak sebepleri yaratır.
Dürüstçe kendimizi yargılayabilme seviyemiz, tekâmül basamağındaki yerimizdir.
En mühimi de, yargılama sonunda belirlenen hatanın bir daha tekrarlanmamasıdır..A.Ersin Tekâmül yolcusu (Bilinçli Yaşam kitabımdan)aral.ersin@gmail.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KADER VE MUKADDERAT NEDİR / A.ERSİN

sevgi ve cinsellik 3

Ruhsal gelişim ve Realite kavramı