RUHSAL GELİŞİM VE CİNSELLİK /ARAL ERSİN


 


RUHSAL ÖĞRETİLER AÇISINDAN

CİNSEL DUYGU VE DAVRANIŞLAR 

Önsöz

İnsanları cinsel yakınlaşmaya iten, birbirlerine çeken cazibedeki ana faktör sevgi paylaşımı isteğidir. Öteki ile bir olma isteği sevgi ile olursa, ruhu doyuran kişiyi en büyük mutluluğa yücelten bir motivasyon, etken olur. Ama sevgisiz bir cinsel beraberlik hiçbir zaman ruhen doyurucu olmayan aksine insanda bir boşluk, eksik kalmış bir tatminsizlik duygusu uyandırıcı yapıdadır. Sevgisiz cinsel ilişkilerde bu tatmini bulamayanlar bir sevgiliden diğerine, uyuşturucudan cinsel bozukluk içeren davranışlara kadar koşturmakta, bilinçsizce sevginin oluşturacağı ruhsal tatmini aramaktadırlar.

Giriş :

Cinsel enerji tüm kainatları, evreni yaratmış olan yaratıcı enerjinin yeryüzündeki bir tür uzantısıdır. İçgüdümüze yerleştirilmiştir. iki fonksiyonu veya görevi vardır.

1.. Yeryüzüne enkarne olmak isteyen ruhlara fiziksel form ,beden verebilmek, yaşamı devam ettirebilmek.

2. Tekamül için gerekli olan Sevgiyi öğrenmeye yardımcı olmak

Bir anlamda nedeni çok basit ve kolay tarif edilir görünen bu yaşamsal içgüdü, toplumların tarih boyunca geçirdikleri sosyolojik aşamalar içinde farklı anlamlar kazanmış, her toplumun kültüründe farklı inançların oluşturduğu farklı değer yargılarına bağlı olarak gelişerek süregelmiştir.

Bir toplumun sosyolojik kurallarını, içinde sex’i de barındıran değer yargılarını anlayabilmek için;

o toplumun hangi koşullar altında geliştiğini, hangi çekirdek inançların üzerine yapılandığını araştırmak, anlamak gerekir.

Konuyu önce tarih sürecindeki genel gelişimi içinde kısaca gözden geçirelim,

İnsanlığın ilk dönemlerindeki yaşam, tamamen bir hayatta kalma sorunu idi .Ademoğlunun bütün ihtiyacı, yiyecek, barınacak bir yer ve soğuktan korunmak için üzerine bir örtüden öte henüz değildi.. Sosyal kurallardan çok doğa kurallarının geçerli olduğu toplum içi ilişkilerinde cinsel davranışlarda tamamen içgüdüsel olarak oluşuyordu. Henüz mülkiyet duygusunun oluşmadığı doğa şartlarına karşı ancak hep beraber olurlarsa ayakta durabileceklerini bildikleri bir ortamda paylaşımda müşterekti. Diğer taraftan aradaki dokuz aylık zaman farkından dolayı sex ilişkisi ile doğum arasındaki sebep sonuç bağlantısını da ademoğlu henüz kavrayamamıştı. Bu nedenle de kadın çok ihtiyaç duyulan insan gücünü tek başına temin eden yaratıcı durumunda kabul ediliyor, doğum yapamayan erkeklerden daha üst bir konumda yer alıyordu Anaerkil düzen diye adlandırılan bu toplum yapısında erkeklerin üstünlük taslayarak herhangi bir hak iddia etmeleri söz konusu olmamaktaydı.

Zamanla toprağın işlenmesi öğrenildi, tarım yapmayı ürün almayı öğrenen insanlar arasında kabileler oluştu. nüfusu daha fazla olan kabileler diğerlerine saldırarak esir almaya başladı. Alınan esirlerin tarımda köle olarak çalıştırılması ile meydana gelen günlük ihtiyaç fazlası ürün artı değer getirmeye başladı. Esir edinme adına başlayan harpler savaşçı konumundaki erkeği hem esirleri kazanıyor olması, hem de artık doğumdaki rolünü öğrenmiş olması nedeni ile üstün bir statüye oturttu. Zenginleşen erkekte sahip olma duygusu gelişti. kendi evi, kendi kadını, kendi köleleri gibi. Kadının rolü üretici olmaktan çok bakıcı olmaya doğru kaymaya başladı. Köle sayısı arttıkça zenginlik artıyordu. Artık erkek tamamen savaşçı konumuna geçmişti. Daha fazla zenginlik için daha fazla köle çalıştırmak gerekiyordu. Bu ise eli silah tutacak erkeklerle yapılacak saldırılarla mümkün olabilecekti, dolayısı ile mümkün olduğunca erkek çocuk sahibi olmak gerekliydi. Ne var ki doğa kanunları doğacak çocuğun sadece erkek olmasına imkan vermiyordu. Kız çocuklar bu anlamda yük olmaya başladı. Ama bir başka açıdan da kızlar değerli bir yüktü çünkü çocuk doğurabiliyordu. Bu ikilemi aileler aralarında şöyle çözdüler. Kız sahibi aile, kızını bir bedel ödeyerek (çeyiz parası) erkek tarafına veriyordu.. Savaşamayan, silah, gemi, v.s yapım işlerinde çalışamayan kısaca erkeğin yaptıklarını yapamayan kadının aile üzerindeki yükü böylece kabul edilebilir hale getiriliyordu. Kızların evlilik öncesi hamile kalması ise düşünülmemesi dahi gereken bir husustu. Çünkü kendisine bakacak, ihtiyaçlarını karşılayacak bir adam bulmadan hamile kalmak demek ömür boyu sefalet demekti. Bu nedenle evlilik öncesi sex asla söz konusu olamazdı. Bu sosyal kuralı daha da güçlendirmek ve işi kesinlikle garantiye almak için dinsel inanç faktörleride zaman içinde işin içine sokulunca sosyal bir gereklilik olarak ortaya çıkan bu olgu adeta Tanrı buyruğu mertebesine yükseltildi.

Çünkü “ sadece Tanrı ancak kesin itaat talep edebilir, bireyin doğal biyolojik isteklerini bastırabilirdi” Günah mertebesine yükseltilen bu inanç o kadar güçlüydi ki feodal dönemlerde senyör bile göz koyduğu kıza ilk gece hakkı adı altında ancak kız bir başkası ile evlendiği zaman sahip olabiliyordu. Ayrıca bu içgüdünün baskı altına alınması günahtan kaçma olarak ifade ediliyor, yeryüzündeki acı çekmenin, kendini sex’ten mahrum etmenin mükafatı olarak ta insanlara cennet vaat ediliyordu.

Yüzyıllar boyunca süre gelen ve içinde yaşanılan kültürün kemikleşmiş bir parçası haline getirilen bu yanlış inançlar Avrupa’da sanayi devrimi ile kadına üretimde ihtiyaç duyulması ile değişmeye başladı. Sanayi devrimi beraberinde işçi haklarını, işçi hakları toplumda insan hakları anlayışını geliştirdi Özellikle 20.yy da gelişen ekonomik yapı içinde daha geniş çapta görev almaya başlayan eğitim düzeyi yükselen, ekonomik yönden bağımsızlığını kazanan kadın sosyal yönden de erkekle kendini aynı statüde ve aynı haklara sahip olduğunu görme imkanına ulaştı. Böylece ilk çağlardan binlerce yıl sonra kadın birey olarak kendi yaşamı ve vücudu üzerindeki doğal haklarına bu defa idrak seviyesi daha yüksek, daha organize fakat daha karmaşık bir toplum yapısı içinde tekrar kavuşmaya başladı.

Ne var ki din ve töre baskısının henüz aşılamadığı bireysel ve toplumsal bilinç ve kişilik gelişmesinin yeterince gelişmediği, cahil, ekonomik ve sosyal bakımdan geri kalmış toplumlarda, keza memleketimizde bu dengesizlik geniş bir coğrafyada halen devam etmektedir.

Sorun cinselliğin, cinsellik içgüdüsünün yanlışlığında değil; Yanlış inançlarda, kadın erkek ilişkilerindeki değerlendirmelerdedir.

Şimdi konuyu birde ruhsal öğretiler açısından görelim.

Cinsel içgüdü bir enerjidir. Sosyal baskılar veya yanlış öğretilerle bastırılamaz. Doğru anlayış ve yaklaşımla doğru yönde akar.

“ Başkalarına zarar vermemek kaydı ile, ve tarafların rızası ile oluşan bütün faaliyetleri sex dahil yapabilirsiniz.” Tebliğ

Bu tebliğde görüleceği gibi

1.Hangi konuda olursa olsun, eylemi oluşturacak kişilerin tamamen kendi serbest irade ve arzuları ile, yani bu eyleme hiçbir şekilde diğeri (leri) tarafından zorlanmadan girişmeleri esastır. Bir insanı kendi özgür iradesi dışında, manen, maddeten zorlamak, veya bu iradeyi gösterebilecek zihinsel veya fiziksel kapasiteden noksan kişiyi bu faaliyete dahil etmek uygun değildir.

2, Bu eylemin sonucunda başkalarına üzüntü, zarar gibi olumsuzluklar getirmemek gereklidir..

Bir başka ifade ile bireyler kendi nefislerinin, egolarının isteğini kendi özgür iradeleri ile gerçekleştirebilirler ancak bu eylemin ortaya çıkaracağı sonuç başkasının (larının ) üzülmesi, kırılması, ona olumsuzluklar yaşatma pahasına olmamalıdır.

Bu genel prensip yüksek ahlak öğretisinin, ruhsal gelişim yolunun mihenk taşıdır. Yaşamda bütün eylemlerimizde sex dahil geçerlidir.

Bu prensibi şöylede ifade edebiliriz. KENDİMİZİ MUTLU, İYİ HİSSETMEMİZİ SAĞLAYACAK HER ŞEYİ FARKINDALIKLA ve BAŞKALARINA OLUMSUZLUKLAR GETİRMEMEK ŞARTI İLE YAPABİLİRİZ YAPMAKTA HÜRÜZ.

Cinsellik bireyin yaşaması gereken bir deney, açığa çıkması gereken bir enerjidir. Bu enerjiyi bastırmak kadar aşırı düşkünlükte yanlıştır. Budanın “orta yol” sözü, tasavvuftaki ifrat-tefrit anlayışı burada da geçerlidir.

Peki cinsellikte bu özgürlük ne anlama gelmektedir?

Cinsel haz, cinsel enerjinin bir boşalımıdır.Ancak cinselliğin sadece bir rahatlama veya bir boşluk duygusunun telafisi adına gerçekleştirilmesi başlangıçta yeterli gibi görünse de uzun vadede içinde eksik kalmış duyguları, tatminsizlikleri de açığa çıkarır. Birey birşeyin eksikliğini hisseder ama onu tanımlayamaz, ve bir müddet sonra yeni bir partenerde yeni heyecanlar aramaya başlar çünkü cinsel haz şayet içinde duygusal öğeleri, beraber olunan insanla sevgi paylaşımını taşımıyorsa, en doruk noktasında bile fiziksel bir zevkin, gevşemenin, deneyimlenmesinden öteye gidemez Burada eksik kalan beraber olmadaki sevginin, sevgiyi paylaşma, bu sevgiyi hissetme ve hissettirme duygusunun eksikliğidir. Çünkü cinsel birleşme fiziksel olduğu kadar ruhsal bir uyumla zenginleşir. Burada sadece iki bedenin fiziksel birleşmesi değil kadınla erkeğin ruhsal enerjilerinin birleşiminden doğan sinerjinin yaratımı söz konusudur. Evet bir yaratım, İki cinsin birbirlerine duydukları sevginin yarattığı coşkunun, hazzın en uç noktalara yükseldiği, bir duygu yumağı olabilme, sevginin oluşturduğu mutluluğu,...BİR olduklarını, beraberce bir bütünü oluşturduklarını en yoğun olarak hissedebildiklerini anladıkları an. TAM BİR YARIM OLAN KADINLA ,TAM BİR YARIM OLAN ERKEĞİN TAM BİR BÜTÜNÜ OLUŞTURDUKLARI DUYGU HALİ “Bu cinsel enerjinin insanoğluna verdiği hem en güzel hem de bu şekilde de sevgiyi deneyimleyebilmeleri açısından en değerli bir armağandır. Burada önemli olan bireylerin niyetleridir.”.

“cinsel enerji içinde yaratıcı gücü, yaşam gücünü de taşıdığı için Evrendeki en güçlü kuvvettir. O olmasaydı, siz ne fiziksel bir bedene ,nede ruhsal bedene sahip olabilirdiniz Çünkü her şey yaratıcı süreçten kaynaklanır.” (tebliğ)

Bir birini gerçekten seven iki bedenin uyumlu birleşmesi adeta bir meditasyon, bir ibadet gibidir. İçinde şüphesiz bir tekniği, konsantrasyonu da taşıyan armonik bir dans tır.

Bu uyumu yakalamada ve devam ettirmede ana unsur çevrenin bakış açısının, değer yargılarının etkisinde kalmadan her türlü statü, şekilsel şartlandırılmanın dışına çıkabilmekte, gerçekte bulduğunuza inandığınız kişiye, paylaştığınız sevginize sarılmakla mümkündür. Bu söylemesi ve mantıken kabul edilmesi çok kolay, hiç kimsenin hayır diyemeyeceği ancak yaşamda uygulanması çok zor bir iştir. Çünkü çok az insan, kendine ve kendi değerlerine sahip çıkabilecek manevi güç ve olgunluktadır.

Cinsellikte olumsuz olan tecavüz, şiddet ve homoseksüellik konularına da kısaca bakalım.

Cinsel tecavüz, şiddet kullanma , güçsüz , gelişmemiş, komplexli, sevgisiz kişiliklerin, bir başka insana hükmetme böylece kendini güçlü hissetme aldatmacasından kaynaklanır. Böyle bir kişilik uygun olmayan bu davranış biçimi ile tatmin olduğuna inansa da uzun Ruhsal tekamül sürecinin, bu evresinin sonuna doğru, genelde ileri yaşlarda muhtemelen kendini sorgulayacaktır.

Bu deneyimi uygunsuzda olsa bireyin bir gün kendini ‘niçin böyle davranıyorum ‘diye sorgulayabilmesi halinde, onun ruhsal gelişimine faydalı olabilir.

Aynı şekilde homoseksüelliği de toplumda edindiğimiz sosyal ahlak anlayışı dışında bu konuda verilen tebliğlere dayanarak daha geniş bir açıdan değerlendirebiliriz. Şöyle ki;

Dünyaya enkarne olan her beden hem erkek hem dişi hormonlar, kromozomlar taşır. Bunlardan hangisi dominant olacaksa (ruhun seçimine bağlı olarak) o ön plana çıkar. Bunun sonucunda da birey sadece karşı cinse ilgi duyan heteroseksüel bir kişilik kazanır. Ancak bazen bu mekanizma tam olarak devreye giremez. Fiziksel yapıya sahip olunduğu halde diğer cinsin hormonal yapısı ve duygusal yapısına sahip olma gibi bir ikilem, uyumsuzluk ortaya çıkabilir. Her bireyin cinsel kimliği içinde taşıdığı dişi ve erkek cinsiyet yapısının oluşturduğu dengeye göre oluşur. Bunun diğer bir nedeni de her ruhun enkarnasyonları süresince pek çok defa dişi ve erkek olarak dünyaya gelmeleri ve bilinç sahalarında bu enkarnasyonun etkilerini saklıyor olmalarıdır. genel anlamda SEVGİ’ yi, SEVECENLİĞİ düşünürsek her bireyin hem kendi cinsine hem karşı cinse sevgi duyması insan olmanın temelidir. Aynı cinsten olan akrabalara (amcalar .dayılar, halalar, teyzeler dostlara (kız, erkek) duyulan sevgi gibi, hatta bu sevginin bir ölçüde fizikselleştirmesindeki sarılmalar, kucaklaşmalar gibi.. Ancak bazıları kendi cinsinden olana duyduğu bu güçlü sevgiyi, cinsel bir yaklaşımla ifade etmek arzusunu taşıdığı zaman homoseksüellik ortaya çıkmaktadır.. Prensip olarak KARŞI cinsiyetlerin birbirlerine duyacağı cinsel ilgi ile sevmeyi deneyimleyip öğrenmeleri burada ters işlemekte AYNI cinsiyetten olanlar için bu deneyim söz konusu olmaktadır.

Her ruhun uzun tekamül sürecindeki hedefi, içinde bulunduğu fiziksel formda kendini tanımayı, bulmayı öğrenmek eksiklerini belirleyerek sevgiye, hoşgörüye, şefkate, cesarete, özveriye giden yolu öğrenmektir. Bu olumlu değerlere ulaşabilmek sadece tek bir fiziksel formda gerçekleşemez. Örneğin sorumluluk duygusu ile harmanlanmış sevgi duygusu en güzel anne olarak bir kadın formunda deneyimlenebilir. Daha sonraki yaşamında Ruh tekrar ama bu defa erkek olarak enkarne olduğu zaman kişilik yapısında bir önceki deneyiminden kaynaklanan sorumluluk , şefkat gibi duyguları taşıyacak, ama belki bu defa erkek formunda örneğin harbe giderek cesareti, arkadaşını korumak için kendini feda ederek özveriyi öğrenecektir.

Benliğin keşfi ruhsal tekamülün anahtarıdır.

“Dünya katında bir enkarnasyon devresini tamamlayan her ruh, en az bir kez eşcinsel olarak yaşamayı seçmiştir. Bilinmesi gereken ikinci şey hepinizin iki cinsiyetli olduğunuzdur. Büyük çoğunluğunuz bu iki kutup arasında bir yerlerde bulunursunuz. Bu iki cinsiyetliliğin mutlaka her iki cinsiyetten partenerlerle cinsel birleşmeye götürmesi anlamına GELMEZ , ama her birinizin aynı cinsiyetten bir başka insana büyük bir sevgi duyabileceğiniz ve (bazılarının) bunu fiziksel bir biçimde ifade edebileceği anlamına gelir. Sizin bu iki cinsiyetliliği yaşayıp yaşamamanız, hatta onun bilincinde olup olmamanız tamamen farklı bir meseledir.”

“ Ruhsal aydınlanmanın birçok yolu vardır. Bunlardan daha basit daha kolay ama daha uzun zaman alanlar olduğu gibi daha zor, daha meydan okuyucu olanları da vardır. Eşcinsel yaşam ruhen gelişmek amacı ile seçilmiş bir roldür.”

Ruhun eşcinsel bir yaşam için seçim yapması da onun tekamülü açısından önemli olabilir. Homoseksüelliğe karşı ahlak değerlerine haiz bir topluma eşcinsel bir yaşamı denemek için gelen ruhun tekamülünde bir sıçrama yaparak daha üst realitelere çıkabilmesi mümkündür. Şöyleki

homoseksüel bireyler toplumdaki azınlığı oluşturdukları için duygu ve davranışlarının genele uymadıklarını çabuk fark ederler. Bu ise onların kendilerine “ ben kimim, ben niçin böyleyim?, ben diğerlerinden neden farklıyım ? gibi sualleri pek çok kişiden daha önce sormalarına neden olacaktır Halbuki heteroseksüeller ( kendilerini normal kabul ettikleri için) ne cinsel kimliklerini, nede buradan hareketle genel kişiliklerini pek sorgulamazlar. Ama farklı düşündüğü için toplumun kültürüne ters düşen, farklı değer yargılarının baskısı altında kalan ve zorlanan bireyler nasıl bir ölçüde yalnızlığa düşerse (düşünürler, sanatçılar gibi) onlarınkinden daha zor, daha acı verici sonuçlar getirecek olan eşcinsel bir yaşamı seçen ve toplumdan reddedilerek yalnızlığa itilen Ruhunda kendini sorgulayarak içine dönmesi onun ruhsal gelişimi için çok önemli bir aşama devresi olabilir.

Yukarıdaki ruhsal tebliğlerden de anlaşılacağı gibi dünyamızdaki sosyal yaşamda homoseksüellik, içinde bulunulan toplumun örf, adet, kültürel, sosyolojik ve ekonomik yapısına göre oluşan ahlaki değer yargılarına göre değerlendirilirken; manevi alemlerde tekamül yolunda üstlenilen bir rol olarak görülebilmektedir. Çünkü yukarı alemlerde üç boyutlu dünyamızın ve onun sosyal kanunlarından farklı, tekamül esasına dayalı bir değerlendirmesi söz konusudur. Bununda nedeni; ademoğlunun olumsuz yönlerini enkarnasyonları boyunca dünya yaşamında düzeltecekleri ve olumsuzu deneyimleyerek olumluya ulaşacak olmaları prensibinden kaynaklanmaktadır.

İtalik yazılar içindeki ruhsal Tebliğler:T.Olgaç şuurlu inanç tebliğleri

Sadıklar planı tebliğleri aral.ersin@gmail.com


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KADER VE MUKADDERAT NEDİR / A.ERSİN

sevgi ve cinsellik 3

Ruhsal gelişim ve Realite kavramı