KADER VE MUKADDERAT NEDİR / A.ERSİN



KADER VE MUKADDER
Kader nedir? Mukadderat nedir? Ne anlama gelmektedirler? Aynı anlam ve oluşumlar mı? Yoksa birbirlerinden farkları var mı? Varsa bu farklar nelerdir?

Bu iki ifadeyi duruma göre bazen  “gelecek, kısmet” anlamında,   bazen de başımıza gelenleri cevaplayamadığımız, anlam veremediğimiz durumlarda “alınyazısı” anlamında otomatikman kullanırız.  Gerçekten de bugün bu iki tanım bir birinin içine geçmiş durumdadır.
Bu kelimelerin taşıdıkları gerçek anlamlar nelerdir?
KADER;  İnsanın sebep-sonuç ilişkisi çerçevesindeki tekâmül, gelişim yoludur. Bireyin yaşam yolculuğundaki ruhsal gelişimi için deneyimlemesi gerekli olan olaylarla karşılaşma ve onları aşmasını öğrenme sürecidir.
Birey bu süreçte akıl ve iradesi ile aldığı ve uyguladığı kararlarla yaşam planını gerçekleştirir. Yaptığı seçimler doğru ise doğru sonuçlara ulaşabilir, karşısına çıkan problemleri aşabilir, yahut yanlış seçimlerle yaşamını daha zor hale getirebilir.
İşte bireyin kendince önceden değerlendirip aldığı (ölçüp hüküm verdiği) kararlar ve bu kararların sonucu oluşan netice KADER’ dir.
Diğer bir ifade ile;  İnsanın sebep-sonuç bağlantısı içindeki aldığı bir karar ve bu karara uygun olarak yaptığı seçim sonucunda vardığı nokta KADER, elde ettiği ise ister olumlu ister olumsuz olsun O’nun “nasibi” olur, “kısmeti” olur.
“Bireyin yaşam boyu aldığı kararlar O’nun kaderini oluşturur.”
MUKADDERAT; Halk deyişi ile Alın yazısı diye de ifade ettiğimiz Mukadderat; Bireyin yaptığı seçim ve verdiği karar her ne olursa olsun, bazen kendi iradesi dışında gelişen ve adına Takdiri İlahi dediğimiz ilahi irade kanunlarına bağlı olarak öyle oluşumlar meydana gelebilir ki, bunlara insan iradesinin, gücünün yapabileceği hiçbir etki olamaz.
İşte bireyin hiç hesapta yokken mutlaka yaşanmasını icap ettiren yani “mukadder “olan bu deneyimlerin sonucu ise MUKADDERAT’tır.
Konuyu biraz daha açalım.
Mukadderat iki nedenle oluşur.
1- Bireyin daha önceki yaşamlarındaki yanlış edimlerinin, hatalı eylemlerinin bedelini İLAHİ İRADE KANUNLARINA UYGUN OLARAK ( buna İLAHİ ADALET de denebilir) ödemesi gerekir. Bunu Ruhunda taşıdığı ve mutlaka temizlenmesi gereken bir leke, ödenmesi gereken bir bedel, cezalandırılması gereken bir borç olarak kabul edebiliriz.  Bu cezalar, yani yaşadığı üzüntüler hatta çekilen acılar benzeri edimleri, eylemleri bir daha yapmaması, tekrarlamaması için öğrenmesi gereken derslerdir.
“Ne ekersen onu biçersin” veya “etme-bulma”  “iyilik et, iyilik bul” gibi deyimlerimiz, Mukadderatın halk dilindeki karşılığıdır. Ancak bu deyimlerin tek bir yaşam boyu değil; birbirini takip eden yaşamlar boyunca gerçekleşeceğini anlamak gerekir. Âdemoğlu bu çeşitli yaşamları içine alan süreci takip edemediği için tek bir yaşam süresi içinde  “ilahi adalet” i algılayamamakta, başına gelen olumsuzlukların geçmiş yaşamlarından gelen, bir anlamda ödenmesi gereken diyetler olduğunu idrak edememektedir.
Yaşamın kendisine haksızlık ettiğine inanan ve “ bu dünyada adalet yok” diye düşünen okurlar bilmelidirler ki “ilahi adalet” vardır.  Ancak bu “adalet” bir yaşam boyu süresince değil ölümsüz olan Ruhun olgunlaşması için sonsuz tekâmül süresince pek çok hayatlarda mutlaka hem de gerekiyorsa tekrar tekrar gerçekleşir.
İşte  “bütün bu olumsuzluklar, sıkıntılar neden hep beni buluyor” diye kendimize sorduğumuz sorunun arkasında yatan gerçek budur; Geçmiş yaşamlarımızda yaptığımız kötülükler, yanlışlar ve haksızlıkların bedeli olarak ilahi adalet ve tekâmül yasası gereğince karşımıza çıkmaktadır. Yapılması gereken, bu yasayı anlayıp tevekkülle, sabırla onları aşmaya çalışmak olmalıdır.
2-  Varlığın dünyaya geliş nedenine, Ruhsal Tekâmül ihtiyacı gereğine bağlı olarak mutlaka karşılaşması gereken ve bunlardan dersler çıkararak hem kişiliğinin eksik yönlerini tamamlamak hem de ve özellikle huylarının olumsuz yönlerini düzelterek kendini geliştirmesi, aşması için özellikle karşısına çıkarılan olaylar, oluşumlardır.
Yukarıda açıklanan sebeplerin dışında da insanın önüne bazı engeller çıkabilir. Bunun nedeni de bireyin teşebbüs ettiği işin neticelerinin diğer varlıkların tekâmülleri gereği yapmak zorunda, yaşamak zorunda oldukları eylemlerle ters, uyumsuz olmasından kaynaklanabilir.
“Mukadderat İlahi İrade kanunlarının zaruri sonuçları olarak ortaya çıkar. Varlık bu sonuçlardan birine veya diğerine olumlu veya olumsuz tabi olacaktır.” (tebliğ)
Kadere ve Mukadderata birer örnek vermek gerekirse;
Bireyin (kadın veya erkek) yapacağı okul seçimleri, öğrenim düzeyini, sebep-sonuç ilişkisine bağlı olarak da onun mesleğini belirler. Aynı şekilde evlenirken seçtiği eş, evliliğindeki uyumu, çocuklarının genetik ve kültürel gelişimini vs. belirler. İşte kişinin kendi istek ve beklentileri doğrultusunda aldığı kararlarla ilgili seçimlerinin sonuçları böylece yaşamının hiç değilse bir bölümünde KADER’ini oluşturur.
Buna karşılık bireyin isteğine bağlı olarak iyi bir futbolcu olmak için uğraş verirken hiç beklenmedik bir kaza geçirip sakatlanması ve spordan uzaklaşma mecburiyetinde kalması, daha sonra olayların gelişimi ile örneğin bir ilim adamı veya müzisyen olması ise MUKADDERAT tır, veya uğraşıp didinerek bir yerlere ulaşmaya çalışırken hatta bunda başarılı bile olmuşken beklenmedik bir şekilde (bizlere göre zamansız gelen) yaşam planına uygun olarak vefat etmesi yine MUKADDERAT olur.
“Mukadder olan şeyin tahakkuku (gerçekleşmesi) ilahi bir zarurettir (mecburiyettir.)” tebliğ
Not: Yukarıdaki Mukadderat kelimesi yerine YARATANIN İLAHİ TAKDİRİ de denebilir. Belki böylece mukadderat kelimesinin içeriğindeki YARATANIN İLAHİ TAKDİRİ, İLAHİ ADALETİ, İLAHİ MURADI kavramları daha iyi belirlenebilir.
Çünkü dünyaya geliş nedenine bağlı olarak yaşamda deneyimlemesi gereken olaylar spatyum veya ahiret dediğimiz uhrevi alemlerde İLAHİ İRADE KANUNLARINA uygun olarak belirlenmiş, uyulması mecburi bir senaryoya bağlıdır.
Hepinizin hatırlayacağı gibi Süpermen filmlerinin aktörü şöhretinin zirvesindeyken bir kaza geçirmiş ve sandalyeye mahkûm olmuştu. İşte bu zor durumdayken, o güne kadar gayreti ile oluşturduğu maddi imkânları ve çevresini kullanarak benzeri durumdaki insanların problemlerine dikkat çekmiş, yardım fonları kurulmasına öncülük ederek bu kişilere büyük yararlar sağlayabilmiştir. Çünkü yeryüzüne gelmesindeki görevini gerçekleştirmesi zorunluluğu vardı yani MUKADDER idi. Bu kişide kendi durumuna sadece üzülmekle kalmamış, insanlık adına hayırlı işler yaparak görevini gerçekleştirmiş, tekâmül yolunda çok büyük bir sıçrama yapmıştır. Kendisi için zorunlu olan bu görevi bu yaşamda yerine getirmeseydi, mutlaka gelecek yaşamlarında benzeri bir imtihanla karşılaşacaktı ki, bu da onun “mukadder” i olacaktı.
“Mukadder olan her şey tekâmüle hizmet içindir”  tebliğinde belirtildiği gibi;
Kaderin hudutlarını, çerçevesini ve yönünü çizen Mukadderattır. Bireysel irade ve eylemler İlahi İrade kanunları ile uyumlu olduğu ölçüdeki bu çerçeve içinde gerçekleşebilir, aksi durumda hiçbir zaman bu çerçevenin dışına çıkamaz.
Kader değişebilir,  mukadderat ise asla değişmez.
 “Kader insanın kendi iradesi ile aldığı kararlarla çizdiği, yaptığı seçimlere bağlı olarak gerçekleşen sonuçlarla yürüdüğü bir yaşam yolculuğudur.’
“Mukadder ise bu yolculukta karşılaşılması kaçınılmaz olan olaylar ve onların sonuçlarıdır. İnsan bir tarafta ilahi irade kanunları ile, diğer tarafta yaşam planını oluşturan iki duvar arasında (aldığı kararlarla) akıp giden nehir gibidir. Kaderi akmaktır.” (tebliğ)
Yukarıda verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı gibi İnsan iradesini, kontrol gücünü aşan oluşumlar, durumlar mukadderattır. Günümüz terminolojisinde ise Kader çoğu defa Mukadderat yerine de kullanılmakta böylece anlam karışıklığı olabilmektedir.
İslam felsefesinde Kader ve Mukadderat:
 CEBRİYE, FATALİZM (Külli irade) – KADERİYE, DETERMİNİZM (Cüzi irade)  
İslam felsefesinde de ”kader” ve “mukadderat”   iki ana görüş, iki ekole ayrılmış, Determinizm ve Fatalizm adı altında yüzyıllar boyunca zihinleri meşgul etmiş, hararetli felsefi tartışmalara, siyasi çalkantılara neden olmuştur. Bu iki görüşün tarihsel çıkış noktası ve gelişimini bu kitabın kapsamı dışında bırakıp özelliklerini kısa ve öz olarak açıklamaya çalışalım.  
1-İnsanın kendi kaderini kendisinin tayin ettiğini söyleyen “Determinist ” yahut “Kaderiye “ denen görüş.
2-Bunun tamamen tersine; başa gelen bütün olayların nerede- ne şekilde- ne zaman oluşacağının tamamen insan iradesi dışında uhrevi âlemlerce önceden belirlenmiş olduğu inancına dayanan Fatalizm, Cebriye denen görüş.
Gerçekte her iki görüşte bir ölçüde eksik ve yanlıştır.
Bireyin kaderi, yazgısı ilahi âlemlerdeki tekâmül planına, İlahi İrade Kanunlarına uygun olduğu ölçüde gerçekleşir. Bu bağlamda ve ancak bu çerçeve içinde insanın kendi kaderini kendisinin tayin ettiğini söyleyebiliriz. Buna CÜZİ irade (bireyin kısmi, limitli iradesi) denir.  “Determinist” görüşteki “insan kendi kaderini tayin eder” sözünü ancak İLAHİ İRADE KANUNLARININ oluşturduğu KÜLLİ İRADE’nin (YARATAN’ın YÜCE, EVRENSEL iradesi) çizdiği çerçeve içinde anlamak ve kabul etmek doğru olur. Cüzi irade, Külli iradenin belirlediği ölçü ve hudutların dışına çıkamaz.
Diğer bir anlatımla birey “kişi kendine emanet edilmiştir” sözüne uygun olarak iradesini ancak kendisine tanınan hudut ve çerçeve içinde kalmak koşulu ile kullanabilme yetisine haizdir. Tekâmül planı ve ilahi irade kanunları (bunun bir kısmı doğa kanunlarıdır) bu hudut ve çerçeveyi oluştururlar.
“Ruhsal Tekâmül hem kazanılmış bir hak hem de bir zorunluluk olarak bir adım ileriye, bir basamak yukarıya çıkmak ise, bunun için gereken iradenin de bireye ait olması icap eder.” tebliğ
Yani Birey Ruhsal Tekâmülün gereği olarak yeryüzünde kendi ceht ve gayreti ile bilgi ve görgüsünü arttırmak, geliştirmek, olgunluk derecesini daima bir üst basamağa taşımakla sorumludur. Birey ister maddi, isterse manevi anlamda bir adım daha ileriye gidebilmek, bir basamak daha yükselebilmek için mutlaka bir gayret sarf etmek durumundadır. Bu hamle ise ancak bir irade ile gerçekleşebilir. İşte birey daima yaptığı seçimler, tercihler ile yaşamda yolunu çizer. Bu yolun ilahi irade kanunları ile uhrevi âlemlerde kendisi için belirlenmiş olan tekâmül planına da uygun olması gerekir. Bu plan bireyin ihtiyaç duyduğu manevi gelişimine göre ANA hedefleri, GENEL HATLARI belirlenmiş BİR PLANDIR. Birey yaşam yolculuğunda bu ANA planın içini bu plana uygun olarak yapacağı iradi seçimlerle dolduracaktır, Aksi halde adına şansızlık, aksilik veya ne isim verirseniz verin karşılaşacağı hadiseler, olumsuzluklar daima önüne çıkarılacaktır.
 Dikkat edilince, bir insanın aynı gayeye uygun olarak çeşitli hadiselerle karşılaştığı görülür. İş hayatında, sıhhi bakımdan, aile hayatında, daima aksiliklerle karşılaşan bir insan, mevcut ilmi imkânlarla zahiren birbirlerine benzemeyen bu hadiseleri tetkik edemez. Fakat tekâmül ile ilgili gaye göz önünde bulundurulursa, bu hadiseler arasındaki bağlar ve bu bağların, bağlı bulunduğu gelecekteki hadiseler aydınlanabilir.” tebliğ
“ Yaptığın kötülükler bir tohumdur. Allah onları mutlaka yeşertir” Mevlânâ
Nitekim pek çok defa “niçin bu aksilikler beni buluyor” veya “niçin işlerim yolunda gitmiyor” diye ettiğimiz şikâyetlerimizin arkasında yatan neden budur. Tasavvufta külli irade ve cüzi irade ile kast edilen de budur. Bugünkü anlatımla “bireyin kısmi/ limitli” iradesi Yaratan’ın iradesinin çizdiği çerçevenin dışına çıkamaz.
Bir düşünürün dile getirdiği gibi:
“Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir”.
Bizler; Mutlak rotası ve hedefi belirlenmiş bir yolda yürüyen ancak yürürken kendimizce kestirme veya dolambaçlı, yokuş veya inişleri, yan yolları kullanmada tercihler yapabilen varlıklarız. Burada mühim olan Tekâmül hedefini (yani kişiliğinde geliştirilmesi gerekli olan eksiklikleri tamamlamak) en doğru şekilde belirlemeye çalışmak ve bu yolda ilerlerken zorlukları aşmak konusunda gayret göstermek, işin kolayına kaçarak bize zaman kaybettirecek yollara girmemektir. Aksi halde saptığımız kavşaklara pek çok yaşam boyunca tekrar tekrar dönmeye mecbur bırakılırız.
Diğer taraftan bu görüşün karşıtı olan, her şeyin tamamen Yaratan’ın iradesi ile gerçekleştiğini, bireyin hiçbir rolü olmadığını söyleyen Fatalist görüş de eksiktir.
Nedeni, Yaratan tarafından insanlara düşünmek için beyin, yerinde kullanmak için el, ayak, göz, kulak verilmiştir. Tamamen kendimizin dışındaki bir iradeye, adeta bir kukla gibi körü körüne bağımlı olacaksak bu organlara ne gerek vardı ki?
Neden Kur’an Yunus Ayet/100’ de “Allah aklını kullanmayan insanların üstüne pislik yağdırır” denilmektedir?
Çünkü
 “İlahi irade kanunları insanların, kendi tekâmüllerini bizzat kendi iradeleri ile sarf edecekleri cehit ve gayretin neticesinde kazanmak yolunu ve imkânlarını onlara halk etmiştir. Kendi iradesini inkâr eden, kendisine verilen bu ilahi armağanın kıymetini anlayamamış ve ondan istifade kabiliyetini gösterememiş demektir” 
  Enfal suresi ayet 24; “Allah insanın özü ile kalbi arasına girer.” Mevlana bu ayeti şöyle    açıklamıştır: “Kul tedbir alır, takdirinse ne merkezde olduğunu bilemez. Çünkü kulun tedbiri,   Allah’ın takdiri karşısında duramaz”  (Daha geniş bilgi için Mevlana kur’an ayetlerini açıklıyor bölümü. Bilincin Evrimi ve Ruhsal tekâmül isimli kitabım)
Yukarıdaki ayetten ve tebliğden de anlaşılacağı gibi, birey her şeyi kendi dışındaki bir iradeye bağlamak yoluna gider ve böylece dünyaya gelişindeki en mühim neden olan tekâmül etme yolunda gayret sarf etmez ve görevini gerçekleştirmez ise bunun sorumluluğunu “ne yapalım Kader” diyerek üzerinden atamaz.
“ Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten "ne yapalım kaderimiz böyle" deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir.” tebliğ
Nitekim Kader Kur’ an da bu anlamda yer almaz.
İmanın esasları, Kur’ an da bazı ayetlerde tek, bazılarında birkaçı bir arada zikredilir, ama en çok zikredilen esas ise beştir.
NİSA 4/136  “Kim Allah’a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine ve Ahiret gününe inanmazsa pek derin bir sapıklığa saplanıp gitmiştir.” (Elmalılı)
BAKARA 2/177  “ Allaha, Ahiret gününe, Meleklere, Kitaba ve Peygamberlere iman edip yakınlığı olanlara” (Elmalılı)
Görüleceği gibi bu ayetlerde bazı Hadislerde daha sonra yer almış olan “ ve Kadere, hayrıyla ve Şerriyle” ifadesi yoktur. Sadece “Ahiret günü” ifadesi vardır. Çünkü kader konusu “iman” esasları içinde yer almaz.
İmanın Kur’ anda zikredilen 5 esası daha sonraları 6’ya, hatta 7’ ye çıkarılmış olup,  “Kadere, hayrıyla, şerriyle” ibaresi “fatalist”(kaderci)  veya “cebriye” ekolü İslam filozofları tarafından ilave edilerek “Allaha, ahret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve kadere - hayrıyla ve şerriyle Allah’tan olduğuna- iman ettim” şekline bürünmüştür. (yukarıda da belirtildiği gibi Yaratanın iradesi şüphesiz her şeyin üstündedir ancak burada işaret etmek istediğimiz bu iradeyi mazeret göstererek bireysel çabalardan uzaklaşmamak gereğidir)
Diğer bazı hadislerde ise iman esaslarına “cennet ve cehennem” de ilave edilerek iman esaslarının sayısı 9’a kadar arttırılmıştır.
Kur’ anda İman esasları 5 olarak belirtilmişken bu sayının 9 ‘a kadar çıkarılmasının nedenleri sosyolojik ve daha çok siyasidir. Özellikle Emevi devleti yöneticileri ile başlayan bu süreç “ Biz sizin başınıza kader olarak geldik,  yöneticilerinize itiraz etmeyin, itaat edin”  söylemi daha sonraki iktidarlarla devam etmiş, güçlerinin ve yönetim biçimlerinin hiçbir zaman ve hiçbir şekilde sorgulanmaması ve halkın her zaman kendilerine sorgusuz sualsiz biat etmelerini sağlamak için, “imanın esası olduğu ileri sürülen” bazı dogmalar din adamları vasıtası ile yüzyıllar boyunca zihinlere şırınga edilmiştir.
Ne yazık ki 21. YY geldiğimiz şu günlerde dahi bu şartlandırmalar zihinlerde ve inançlarda devam edebilmektedir. (bkz. Bilincin Evrimi ve Ruhsal tekâmül A.Ersin )
Uzak Doğu öğretilerinde Mukadderat-Kader anlayışının karşılığı KARMA inancıdır.
Karma= eylemlerimizin, edimlerimizin, yaptığımız hareketlerin oluşturduğu sonuçtur.
” Bugün ne olduğunuz geçmişte ne olmuş olduğunuza, ne olacağınız ise şimdi ne olduğunuza bağlıdır” Budha
Yine Uzak Doğunun yüce bir bilgesi Padmasambhava; 
“ Eğer geçmiş yaşamınızı bilmek istiyorsanız, şu an içinde bulunduğunuz şartlara bakın, gelecekteki yaşamınızı bilmek istiyorsanız yine şu anki davranışlarınıza bakın.” diyor.
               Bir başka bilge de benzer şekilde;
  “Olmuş veya olacak olan her şey mutlaka ya kendinden önce meydana gelmiş olan bir şeyin zaruri sonucu veya kendisini takip edecek olan şeyin başlangıcıdır. İnsan bu hadiselerle karşılaşırken göstereceği sabır, tahammül, iyi niyet ve diğerkâmca davranışlarla onları iyi yönlere çevirebilir.” Bedri  Ruhselman (Mukadderat ve icabat)
Karmayı olumlu yönde değiştirmek, gelecek günleri ve yaşamları olumlu yönde oluşturmak mümkündür ve bu bizim elimizdedir.
Bir bilgenin dediği gibi; “Karma bizim yaratma ve değişme yeteneğimizdir. İçten samimi pişmanlık ve ruhsal uygulamanın temizleyemeyeceği hiçbir günah ve zulüm yoktur.”
Eğer davranışlarımızı inceler, onları gerçek bir farkındalıkla belirlersek kendi kendini tekrarlayan bir kalıp içinde olduğunu görürüz. Bu kalıp içindeki olumsuz duygu ve davranışlarımızı yok edemesek bile, çok aza indirmeye çalışarak, bunların yerine olumluları yerleştirebildiğimiz ölçüde karmamızı temizler, ruhsal tekâmül anlamında hafifleyerek yükseliriz.
Yaşamımızda önce tüm sorumluluklarımızı, eksiklerimizi, yanlışlarımızı samimiyetle ve olduğu gibi kabul edip üstlenmek daha sonra bunları düzeltmeye çalışmak gerekir. Asi halde karşılaşacağımız üzüntüler, acılar, bundan sonraki pek çok yaşam boyu sürecektir.
               Karma inancı aşağıdaki tebliğ ile bakın nasıl örtüşüyor.
 “İnsanın kendi cürufunu (çöplerini, pisliğini)  kendi iradesi ile (aksi halde ilahi irade kanunlarının tazyiki ile)   temizlemesi  Kaderidir.”                  
Bilmemiz gereken sonraki yaşamlarımızın şimdikinden daha mühim olduğu gerçeğidir.
Görülüyor ki gerek İslam felsefesinde gerek Uzak Doğu felsefesinde Kader ve Mukadderat konuları aynı anlamlara gelmektedir.
Bütün varlıklar tekâmül etmek (Ruhsal yönde gelişebilmek) için yeryüzüne gelirler. Tekâmül, ruhtaki vasıfların, melekelerin olumlu yönde gelişimi ile kendini gösterir.
Bu bölümü Dalai Lama ile din bilimci Leonardo Boff arasında geçen konuşma ile tamamlayalım
Din bilimci Leonardo Boff  "Din biliminde Hürriyet" akımının geliştiricilerinden biri olarak biliniyor. Dalai Lama ile "Din ve Hürriyet" hakkında bir söyleşi yaparken merak ve kendi ifadesi ile biraz da hınzırlık olsun diye sormuş:

"Kutsal Efendim, sizce en iyi din hangisidir?"
Cevap olarak Tibet Budizm’i ya da Hıristiyanlıktan çok daha eski doğu dinleri demesini beklerken, Dalai Lama gülümseyip gözlerinin içine bakarak
" En iyi din, seni Tanrıya en çok yakınlaştırandır, seni iyi bir insan yapan hangi dinse, en iyi din odur." demiş.
Bu cevap karşısında şaşıran Boff devam eder
"Daha iyi insan derken ?”
  Dalai Lama yanıtlamış,
"Yani seni daha insaflı, duyarlı,  hoşgörülü, sevgi dolu, merhametli, sorumlu, etik kılan hangisi ise işte en iyi din odur."
Leonardo Boff, bugün bile bu bilge cevabı takdir ve hayranlıkla anımsadığını söylüyor.
Ve  bilge Dalai Lama sohbete şöyle devam ediyor.
"Dostum, hangi dinden olduğun ve ne kadar dindar olduğun beni zerre kadar ilgilendirmez, beni ilgilendiren ailene, işine çevrene hatta dünyaya karşı duruşundur. Unutma ki evren senin davranış ve düşüncelerinin yansımasıdır".
" Aksiyon-Reaksiyon kuralı sadece fizikte yoktur. İnsan ilişkileri de bundan etkilenir. İyilik yaparsan iyilik, kötülük yaparsan kötülük bulursun".
Atalarımızdan duya geldiklerimizin hepsi gerçek.
Başkaları için ne dilersen, kendin içinde onu yaratırsın.
Mutlu olmak KADER değil SEÇENEĞİNdir.
Ve sohbeti şöyle sonlandırır Dalai Lama;


"Düşüncelerine dikkat et çünkü SÖZ olur,

Sözlerine dikkat et çünkü onlar DAVRANIŞ olur,

Davranışlarına dikkat et çünkü onlar ALIŞKANLIK olur,

Alışkanlıklarına dikkat et çünkü onlar senin KARAKTER’ini oluşturur,

Karakterine dikkat et çünkü o senin KADER’ini oluşturur.

Kaderine dikkat et çünkü o senin YAŞAMIN’dır.” M.Ghandi


En büyük ibadet iyi insan ve vicdanlı insan olmaktır.


 ARAL A.ERSİN/ tekâmül yolcusu

aral.ersin@gmail.com





Bu blogdaki popüler yayınlar

sevgi ve cinsellik 3

Ruhsal gelişim ve Realite kavramı